Demek buraya kadardı, gidiyorsun öyle mi? Sen şimdi gidiyorsun, hadi git Peki beni hiç mi düşünmüyorsun? Nefes alabilir miyim sensiz? Gülebilir miyim? Her sabah doğan güneş umut verir mi bana? Sevebilir miyim yine böyle? Geceler yalnızlık, korku salmaz mı içime? Cesur olabilir miyim, Yaşayabilir miyim sensiz? Söyle, alışabilir miyim sensizliğe? Sen hep güçlüydün, öyle söylerdin. Bilirim, dayanırsın, avutabilirsin kendini, yüreğini… Ben neyle avuturum kendimi? Nasıl unuturum yaşananları? Nasıl unuturum gözlerini, Baktıkça beni eriten o gözleri? O ilk dokunuşu, ilk öpücüğü? Şimdi gidiyorsun, öyle mi? Git Ağıt yakmam ardından, ağlamam bile Ellerin ellerimi hiç tutmadı derim Gözlerin gözlerime hiç bakmadı. Saçlarımı da okşamadın Hiç hayallerimiz de olmadı Zaten her şey bir yalandı. Sen de o yalanın içindeki sevdiğimdin. Yok yok bir rüyaydı bu Uyanma saati geldi Hadi git, git, yolun açık olsun Her şey gönlünce olsun Git, yeni sevdalar seni bekliyor. Gitme Sensizlik yarım oluyor… ...
Osmanlı İmparatorluğu yıkılışında yapılan hatalar kitabın içeriğinde vardı. Onun yerini alan Türkiye Cumhuriyeti çok partili sistemde de birçok badireler atlatmıştı. İktidar olan partiler, iktidar olduktan sonra iktidarı bırakmamak için bazı siyasi manevralarla millete çok büyük sıkıntılar yaşatmıştı. Örnek alınmalıydı. Darbeler, Muhtıralar Ergenekonlar, Balyozlar, PKK, FETÖ, PYD, YPG, IŞİD. Siyasilerin birbirine karşı galiz kelimelerle saldırması, toplumumuza çok büyük acı günler yaşatmış ve yaşatmaktadır. Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği çok önemlidir....
Cumhuriyetin kuruluşundan bir süre sonra, çok partili sisteme geçilmesiyle siyası fırtınaların da birlikte geldiğini söylemek yanlış olmaz. Ama çok partili sistem demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bu fırtınalar Demokratikleşme adı altında aşırı milliyetçilik, din, mezhep, ırk, milliyet, gibi mukaddes değerler üzerinde oynanan oyunları, toplumların kamplaşmasını, darbe ve muhtıralar dönemini, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbesi ve 28 Şubat 1997 Postmodern darbesini getirmiştir. Darbeler ve nedenlerini, etnik kökene dayalı olarak Türk-Kürt ayırmacılığını, terör ve nedenlerini, barış sürecini, Anayasa çalışmaları ile günümüzün konusu olan Özel Mahkemeler, Özel Hâkim ve Savcılar, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve Batı Çalışma Grubu'nu bu kitapta bulacaksınız.
Siyaset; toplumda çatışma halinde olan çıkarların ortak bir paydada uzlaştırılmasıdır. Toplumu ilgilendiren her konu siyasetin gündem maddesidir. Buradan yola çıkarak siyasetin yaşamın kendisi olduğunu söylersek pek de abartmış sayılmayız. Politika doğası gereği, belirsiz davranışlara zorlar insanı. Politikacı ona yetkiyi veren insanlar arasında ayrım yapmamalıdır. Bir yanında sağcılar, bir yanında solcular vardır. İkisinin ortasında duran politikacı, her ikisini de dikkate almaya çalışmalıdır. Ne var ki seçmen politikacı değildir. Oy vermek politika yapmak anlamına gelmez; daha çok belli bir politikanın belirsiz olmayan şu yanını kabul etmek, bu yanını reddetmek demektir. Mahatma Gandi şöyle diyor, “Bir ülkeyi yok edecek olaylar şunlardır: İlkesiz siyaset, vicdanı sollayan eğlence, çalışmadan kazanılan zenginlik, bilgili ama karaktersiz insanlar, ahlaktan yoksun bir iş dünyası, insan sevgisini alt plana itmiş bilimden, özveriden yoksun bir din anlayışı.” William Shakespeare de, “Bana mutluluğumun nedenini sordular, ben de ellerimdeki ve yüzümdeki çizgileri göstererek, çok acı çekmeme rağmen hiç kimsenin önünde eğilmedim, hiçbir siyasi gruba katılmadım, durmaksızın çalıştım ve neticede başarılı oldum diyorum.” Charles Bukowski ise, “Demokrasi ve diktatörlük arasındaki fark şudur: Demokraside önce oy verir sonra emirler alırsınız. Diktatörlükte oy vermekle zaman kaybetmezsiniz.” Sabahattin Ali ise, “Karanlık siyasetin insanları birbirlerine nasıl kırdırtabildiğine işaret eden birçok sayfası vardır. Bireyin gelişmesini asla istemeyen bu siyaset, sürekli gözetim ve denetim altında tuttuğu sürüden ayrılmak isteyenlere inanılmaz kertede merhametsiz davranmıştır.” Mustafa Kemal Atatürk de şöyle diyor, “Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen sonuç, cehalet tarafından yönetilmeye razı olmaktır. Asıl önemli olan, memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden içerideki cephenin suskunluğudur. Bir de siyasetin engelli yollarında siyasetçinin öteki (karanlık) yüzünü görmemektir.” ...
Bugün emek yoğunluğuna dayalı ulus ölçekli üretimden; denetleyici, belirleyici ve koruyucu özelliklerini kendinde toplamış devletin ekonomideki ağırlığından; katı, değişmez ve merkezi yönetim anlayışından; geneli kapsayan eğitim sisteminden; kamu yararının gözetildiği sosyal politikalardan uzaklaşmayı içeren bir küreselleşme süreci yaşanmaktadır. Bu süreci hızlı değişim, yoğun etkileşim, artan belirsizlik, geçicilik, işsizlik, eşitsizlik, bireysellik ve bencillik gibi kavramlar açıklayabilmektedir. Teknoloji ve bilimsel bilgide akıl almaz bir hızlı değişim gerçekleşmektedir. Hızlı değişim, belirsizlik ve geçiciliği beraberinde getirmektedir. Rekabete, kendini sürekli yenileme ve geliştirmeye dayalı bir üretim sisteminin yanı sıra kurallarını uluslararası şirketlerin belirlediği piyasa ekonomisi; işsizliği, yoksulluğu ve bunlara bağlı olarak eşitsizliği yaratmaktadır. Bireyselleşmenin ve rasyonelleşmenin yükselen değer oluşu ve sosyal ilişkilerin elektronik ortamlara yoğun bir şekilde taşınması, yabancılaşma ve yalnızlığı ortaya çıkarmaktadır. Makineye bağımlı modern kent yaşamı, fiziksel ve ruhsal sağlığı tehdit etmektedir. Yerel, bölgesel, küresel şiddet ve terör olayları, sosyal sorunlara “emniyet” ve “can güvenliği”ni eklemektedir. Kontrol altına alma ve kârı en üst noktaya çıkarma düşüncesi, ekolojik dengeyi bozarak sonu felaketlerle dolu gözüken küresel ısınmaya neden olmaktadır. Dolayısıyla, günümüz modern insanları, her biri kendi içinde bir risk faktörü olan olumsuzluklarla yüzleşmektedir. Bunlara bağlı olarak güvensizlik ve kaygı duymaktadır. Yaşamı üzerindeki kontrolü anbean kaybeden modern insan, ortaya çıkan durumlara güvensizlik ve kaygı şeklinde tepki vermektedir. ...