Ben sadece ıslak buzlu yollarda kayarak düşenleri değil, futbol oynarken faul yaparak düşürülenleri Kabede Tavaf yaparken düşenleri de kaldırmıştım. Kendisini doyasıya sevmeden hakkın rahmetine göçen şişko bir annem vardı. Okul sıralarında zaman zaman dayak yemelere kadar giden yaramazlıklarım için af dilemek istediğim ilkokul öğretmenim çoktan hakkın rahmetine göçmüş olmalı. Gençlik yıllarımda bana harçlık vermeyen anneme “sen dünyanın en cimri annesisin” diyerek kızdığım annem ben evlenirken kolundan çıkarttığı beş bileziği bana verirken “onlarla gelinimin istediklerinden alırsın” dedikten sonra onları bana vermediği harçlıklarla biriktirerek aldığını söyleyince hayret etmiştim. Bu kadar uçuk, hafif bulduğun ifadelerimin içerisinde güzel cümleler, kelimelerde ara olur mu. Bana uzaklarda olan yıllarca hasretini çektiğim ümitlerimi bir türlü yakalayamadım. Ömrümde estiği rüzgar, yağdığı yağmur ve karla beni eve hapseden olumsuz günlerim acayip kış mevsimleri de olmuştu. Sevinci paylaşacaksın, dünyada o kadar çok mutsuz insan var ki. Ben ömrüm boyu benimle gülecek, benimle ağlayacak bir eş aramıştım, bulamadım. Bir çok şeyi birileriyle paylaşmak istedim, paylaştım, yemin ederim.
Balıkçılara en büyük balığı siz tuttunuz diyerek ödüllerin verildiği bir dünyada, tutulmaya muvaffak olunmuş hangi büyük balığı bir Allah’ın kulunun kurtarma çabası gösterdiği görülmüştür ki sorarım sizlere O balıklar, üstelik resimleri çekilmiş, filmlere alınmış izletilmiş, yakalayanlara ödül verilmiştir. Rüyada da olsa o yarı canlı balığı kurtarmayı neden düşünmedim, kendi kendime “Ayhan sen Arjantin sahillerine vuran balina balıklarının kurtarılma çalışmalarına katılsan da balıklar seni affetmez aslanım” diye mırıldanarak yatağımdan doğruldum. Yalnızlıklarım yalnız etrafımı değil 63 metrekare tüm dairemizin tamamını sardığının farkında olduğum 2002 Nisan 16 çarşambasının serin bir sabahı, besmele çekerek yatağımdan kalkıyorum......
Ben de vardım Mannheim o dört yüz yılın içerisinde tam otuz sekiz sene, senin hiç haberin yoktu, kenarlarındaydım zaten, bazen de köşelerinde. Ben de kutladım senin dört yüz yıl jübileni. Güzel hayallerimle, hatıralarımla, sende yapmak istediğim temiz düşüncelerimle. Seninle birlikte bir dolu hayallerimiz vardı, benim seninkilerden, senin benimkilerden haberimiz yoktu. Senin dört yüz yıl hayalin bugün gerçekleşti, ya benimkiler? Emeklilik hariç hiçbirisi gerçekleşmedi. Sonuçta sen dört yüz yıla vardın, çok havalısındır, yanına varılmaz artık. Ben emekli, aile bölünmesi yaşamış birisi olarak sende yaşıyorum yapayalnız. Ben de vardım dünkü şehir, o dört yüz yıl içerisinde tam otuz dokuz sene senin haberin bile olmamıştı. Kenarlardaydım, zaten bazen de köşelerinde.
Yazarımızın farklı bir anlatış tarzı ve üslubu var. Kitaplarının beğenilerek okunacağını düşünüyoruz. Ayrıca hayal âlemine inananlardan birisi. Çalışmalarını, kurgularını zaman zaman o âleme girerek, oradan derledikleriyle bir araya getirdiğini söyleyenlerden. Sağlığı imkân verdiği sürece; şiir, söz, öykü çalışmaları yapacağını söylüyor. Eserlerini bugüne kadar gerçekleştiremediği için üzgün. Çok geç olsa da birikimlerini kitaba dönüştürmeyi başaran Ayhan Uçar 1994 yılında şiir, söz, 2000 yılında öykü çalışmalarına başladı. ...
Uçsuz bucaksız, düzlük bir arazide kalabalık insan kitleleri var. Göç yollarını gösteren büyük haritaları inceleyerek yapılan anlatımları dinleyenler arasındayım. Mahşer yerindeyiz sanki; öylesine bir kalabalık. Anlatımları yapan grup liderleri – onlara coğrafi bilgileri yüksek düzeyde kişiler de diyebilirim – ellerindeki ince uzun çıtalarla, birkaç haritanın üzerinden anlatmaya devam ediyorlardı. Anlatılanları dinleyip, gösterilenleri izliyorduk. Herkes, birazdan başlayacak göçe hazır gibiydi. Haritalar iki göç yolunu gösteriyordu; biri beraberinde hayvan götürenlerinkiydi, diğeri ise hayvanı olmayanların takip edeceği yollara sahipti. Daha evvel boğaz olduğunu sandığım cılız su sızıntıları olan yola, hayvanlarıyla birlikte insanlar da yavaş yavaş inmeye başlamışlardı. Ne olmuştu, neden göç ediyorduk bilmiyorum; gördüğüm tek şey, adeta beynimizi kaynatmaya çalışan Güneş’in başımıza çok yakın olmasıydı, bir de nefes alıp vermekte zorlandığım aklımda. Bakıyorum da hayret; insanların hepsinde sırt çantaları var, herkes temiz ve güzel giyinmiş. Duyuyorum; aralarında kahredici konuşmalar geçiyor, bilim adamlarının, ürettiği gereksiz teknolojilerle, ülkelerini mahvettiklerinden söz ediyorlar; heyecanlı gözükmelerine rağmen göçe hevesli gibiler. Bir zamanlar bu ülkeye gelmeye çalışan insanların, şimdi buradan göç etmek üzere yola çıktıkları da konuşulanlar arasındaydı. Bense, biz insanların bugüne kadar doğayı bozmuş olmasına rağmen, Allah’ın bu cezayı bize, kendisini unuttuğumuz için verdiğini düşünüyordum. Gidişimizi, Hz. Musa’nın kendisine inananlarla birlikte Mısır’dan gidişine benzetiyordum. Aslında aynen öyleyiz; yakınımızda suların sızdığı boğazı bitirmiş, derin sayılacak bir düzlüğe indik. Çok uzaklarda kalan diğer boğaza varırsak, oradan da gemilerle, göç etmek istediğimiz kıtaya varacağız.
Ayhan Uçar, ilk öykü kitabı Hayallerime Takıldım Kaldım'da sadece gerçekliğin değil, hayallerin de sınırlarını zorluyor. Bazen kendinizi bir rüyanın sürreal mekanında buluyorsunuz, bazen akla mantığa sığmayacak bir varoluş boyutuna ayak basıyorsunuz. Ama içinde bulunduğunuz alem hangisi olursa olsun, cümlelerin büyüsünden ve sayfaların tılsımından bir türlü kurtulamıyorsunuz. Son sayfasına geldiğinizde de hayaller bu kadar gerçekçi tasvir edilebilir miydi diye sormadan edemiyorsunuz. ...
Öykülerimde, okuyanlara yaşama sevinci vermemi, insanları iyiliklere yöneltmemi istiyor. Kitabı yayımladığımda okuyan dertliler, yoksullar oyalanır, kitabın zevkle okunur diyor. Belki kitabı okurken kendilerini o kadar kaptıracaklar ki iftar vaktini bile geçirecekler diyerek beni motive etmeye çalışıyor. Saçmaladığım kesin, yazma arzusu aslında benimkisi. Bir konu arıyorum, o da bu kitabımda ramazan oldu. Divanları olan şairler, bir sürü kitabı olan yazarlar, sadece birkaç bestelenmiş şiiri veya çok satmış bir kitabı ile hatırlanıyorlar. Yunus Emre, Mehmet Akif vb. gibileri hariç tabii. Kanaryam da “Ayhan seni de belki Otuz Öykü ile hatırlarlar.” diyor canım ya… Kanaryam hasta, ciddi ciddi hapşırıyor....
Sayın Okurlar; Ben kanarya merakına 1969 yılında Almanya - Mannheim’de başladım. Her geçen gün sempatik, cana yakın, iyi ötebilen bu kuşa karşı ilgim artmaya başlamıştı. Fırsat buldukça şehrimizdeki hayvan satan mağazalara girer kuşlarla ilgilenirdim. Hayvan merakı bana rahmetli annemden miras kalmıştır. Annem hayvanları çok severdi. Ankara’daki evimizin bahçesindeki kümesimizde çeşitli kümes hayvanlarımız olurdu. Ben çocukken onların bakımlarıyla ilgilenirdim. Almanya’daki hayvan merakım ise onları sadece mağazalarda, bahçelerde seyrederek geçiştirmeye çalışıyordum. Ben hayvan satan mağazaya girdiğimde görevliler beni birbirlerine göstererek hasta geliyor gene, dediklerini çok iyi biliyordum. Zira hayvanlar hakkında onlara durmadan bıktırıcı sualler sorardım. O tür mağazalarda çalışanların hayvanlar hakkında çok şeyler bildiklerine inanıyordum. Onlara şahsen birer eksper gözüyle baktığımı söylemek isterim. Ben öylesi yerlerde kafamdaki tüm düşüncelerimden sıyrılır, çok rahatladığımı hissederdim. Altı yılı bulan amatörce bir uğraşıdan sonra kanaryaları olan tanıdıklarım geniş merakıma ışık tutamaz oldular. Tek çare bu işi şehirlerimizde bulunan kanaryacılar derneğine üye olarak ilgimi, bilgimi pekiştirmeye gitmek olduğunu düşündüm ve ilk derneğim olan Mannheim Feudenheim - daha sonra Ladenburg, şimdilerde Hamburg - Harburg 2012 Cu 5-16 hâlâ bu derneğin üyesiyim....