Ahlakın ne olduğunu arıyorsak onu bulacağımız yer eyleyen insandır, başka bir yer değil. Yazılı metin veya söylencelerdeki kuşaklar boyunca kulağımıza fısıldanmış şeylerde ahlakın gerçekliğine sahip olamayız. Ahlak, yaşamın dümdüz, araya herhangi bir perde girmeden ve olabildiğince çıplak halde yaşanması durumunda görülebilir hale gelir. Göründüğü zaman hayret verici bir şey keşfedilir. Bu keşif, büyük bir keşfin, insanın hayvandan insana dönüşmek üzere yaptığı keşfin keşfedilmesidir. Eylem tamamen bir işlevsellik zemininde vücut bulan bir şey olarak görülebildiği takdirde onun ahlakla ilişkili olabileceğinden söz edilebilir. İnsan, ahlakı keşfederek insan olmuş, hayvansallıktan insanlığa evrilmiştir. Ahlak, işlevselliğin olumlanmasıdır ve bu olumlama ile bir taraftan köklerine bağlanırken bir taraftan da kutsallaşmıştır. Erdem, ahlaklı davranışın işlevselliğinin, yaşayan karakterlerde tutarlı ve kendinden emin bir şekilde hayata geçirilmesi ile tanınır ve insanoğlunun (ahlaktan sonra) ikincil ama bir başka büyük keşfidir. Ahlak, erdemle bağlantılı görüldüğü sürece köklerine olan bağını ve sahip olduğu yaratıcılığı sürdürebilir. ...
Kendisini varlık olarak farklarla ifade eden şey, ifade bulduğu bir boyutta, sonsuz olma özelliğini bu kez “şiddet içeren tehdit” gibi bir icat sayesinde sürdürmüştür. Devamlılığın ölüm ve çoğalma ile sağlandığı bu varlık yoğunluğunda şiddet (ölüm), devamlılığı garanti eder. İnsan, şiddetin içinden doğmuştur. Şiddet ve ölümle sağlanan devamlılık, George Bataille’in ölümsüz varlığının devamlılığıdır. Avlanma, içerdiği şiddetle (ölüm), Bataille’in varlığını açığa çıkarabilen bir eylemdir ama aynı zamanda şiddeti yaratanın geri çekilişinin sezgisini de verir. Sokrates ve Aristo’dan Kierkegaard, Hegel, Heidegger, Cioran, Derrida ve Deleuza’a kadar bir dizi filozof yem olarak kullanılsa da, av ele geçirilmeden, yaşam bir deneyim olmadan açığa çıkan bir şey olmaz. Deneyim, tamamlanmış göründüğü yerde, deneyimlenemez olanın sınırında devamlılığa açılır. ...