Döndük bütün anlamları ardımızda bırakıp şüphemize sadık kalmak için. Döndük ha? Daha ne istiyoruz giderek? Cenaze evine ziyarettik, o hiç olmak istemediğimiz yanından tüm bu anlam yarışının ve kavram fenomenliğinin paradigmasından kurtulmak, nihayet herkesten bir anlam koparırcasına ölmek için. Ve nihayet Nesnel tanımlama bizi bir yerden alıp bir başka yere koyuyordu. Onun bunun başı sağolsunlarımızın tedariksiz ezberi tıpkı bir düğün merasiminde çekilen halayın gelişine söylenen naif sözler gibi; mutluluklar dilerizdi. Oldu olacak kimse ne kadarını biliyorduyla belli belirsiz ya da itinayla kıpırdayan o dudaklarda kaşla göz arasında öteki hayat ciddiyetiyle işlenen görsel; “...El-Fatiha” Secdesiz, kıblesiz, sessiz bir itinayla ellerimizin korosu oluyorduk küçücük, daracık bir odada. Nefesimiz nefesimize karışacaktı sahiliğimizde. Bütün cüceliğimiz farzın eklem yerinde kırılıp gözlerle buluşmalı, kimse kimseden şüphe duymamalıydı. Öte yandan dua çabucak bitmeliydi. Bir an önce çıkılmalıydı bu ayakkabı kalabalığından. Yüze kavuşturan da olacaktı ellerini, her iki yana düşüreni de. Çünkü bir ciddiyetsizlik olacaktı bu lahmacunların arasına konacak salatada nasılsa insanın neticede bir organizma olmasını unutmaktan tecelli. Onu tüketen diğer organizmalar salatasız çoğalmazdı Oldu olacak, ya ayran?.. Hayat... devam edecekti bütüüüün izafiyetiyle. ...
Her insanın kendisine ait öznel bir dış dünya gerçekliği var. İnsanoğlunun öznel gerçekliklerinde duyumsanan hayatın var olmanın bir belirteci olabilmesi giderek uzaya doğru uzadıkça ve gerçek olarak tanımlayabildiklerimizin sandığımız gerçek olmama, olamama eskizi kendine has yorumlamalarıyla evrenin derinliklerinde sustukça, insanların birbirlerini artık dinlemeye tahammüllerinin kalmadığına inanıyorum.
Şeylerin yanılgı olabilmesi olgusu üzerinde durduğumuz yanılsamalarımız, yapabildiğimiz belki de; yaşamın şaka, evcil bir rüya ya da oyun olmasına aitliğinde. Bazen tahammülsüz, bazen sabır ve bazen kibirle. Ki Serhatım... Bunu artık anlayabiliyorum. Bu tahammülsüzlük asıl tahammülmüş gibi beni şeffaf bir platforma sokarken, gözlerimizin önünden tüm inandırıcılığıyla hayat akmakta zamanın kederinden. Zamansız bir uzay düşünürsem, bu uzak da yoktur. İnsanoğlu zamanı keşfetmemiştir, kendince tanımlamıştır. Geçmişimiz, bunun en belirleyici ve sadece kendimizin güler yüz gösterdiği deneyimdir. Geçmişin geçmiş olduğu gerçeği şimdiye kadar bildiğimiz bir gerçeklik iken, ötede duran ne varsa hepsi ihtimaller üzerinde duran bir gerçekliktir. Eğer ben sandığımız gerçeklikle hâlâ kendimle konuşabiliyorsam, başka mücbirle kalan varlığımın farkındayım ve ben şu an bu olasılıkla varım. ...
Çağdaş Türk Yazarları; 240 sayfa, 2. hamur ,
ISBN: 9786051275840
Etiket 19,00 TL, ciniusyayinlari.com'da 18,05 TL
(%5 indirim 0,95 TL)