Adana'da deprem olmuştu. Amerika'da gezide olan Sevinç hanım büyük oğlu Fazıl beyden eskiden oturdukları evin deprem sonucu yıkılabileceğini ve çok zaman önce yitirdiği mavi demir kutunun ortaya çıkabileceğini söyler, onu araştırmasını ister. Kutuda ne vardır? Sevinç hanım .bu soruyu hep "Bulunca görürsünüz," yanıtıyla geçiştirir.
Sevinç hanımın oğullan bir süre, aileleriyle birlikte kutunun içinde neler olabileceğini çeşitli olasılıklarla hayal ederler.
Kutuyu eski eve sığınmış olan, hizmetlilerinin kızı Esra bulur. İçinden çıka çıka üzeri resimli bir deri parçası çıkar. Derinin arkasındaki yazıyı okuyan Fazıl bey ve kardeşi ürker, hatta korkar, huzursuz olurlar. Ne yapacaklarını bilemezler. Sonunda kutuyu bulamamış gibi görünme kararıyla yeniden bulduğu yere gömmesi için Esra'ya verirler... Fakat...
Sayfa: 272 Hamur: 1. hamur ISBN: 978-605-4177-24-0 Boyut: 12x19,5cm Baskı Tarihi: Mart 2009 Özgün Dili: Türkçe
Kitabın İçinden ESRA İLE ANNESİ
Kapı çalındığında Serkan kahvaltıdan yeni kalkmış, bilgisayarın başına geçmişti. Bir gün önce alınan araba yarışı CD'sini deniyordu. Kapıyı açan annesine: "Kim geldi?" diye sordu. "Zeliha teyzen," dedi Serpil hanım. Serkan: "Esra yanında mı?" diyerek yerinden sevinçle fırladı. Kapıdan henüz girmiş arkadaşının eline yapışıp: "Gel bak, sana ne göstereceğim," diye çekiştirdi. Esra ayakkabılarını dar çıkardı. Serpil hanım: "Oğlum acelen ne? Önce bir soralım bakalım kahvaltı yapmışlar mı?" dediyse de Serkan coşkuluydu, annesini duymadı bile. Zeliha: "Biz çayımızı içmiştik, sağ ol Serpil abla. Ben hemen işe girişeyim," dedi. İş giysilerini giymek üzere banyoya girdi. Zeliha, evlere temizliğe giden genç bir kadındı. Haziranın son haftasında o gün, temizlik sırası Fatih beyin evindeydi. Okullar tatil olduğundan bu yana kızı Esra'yı da, kendisine yardım etsin diye yanında götürüyordu. O gün yine birlikteydiler. Ne var ki evin oğlu Serkan kapıdan girer girmez Esra'yı kapıp uçurmuştu. Yeni bilgisayar oyununu gösterecek birini bulunca fırsatı kaçırmamıştı. Esra da bu durumdan çok hoşnuttu.
Serkan ile Esra smıf arkadaşı olup, bu yıl yedinci sınıfa geçmişlerdi. Serkan, okul tatile girdiğinden bu yana, on gündür Esra'yı görmemişti. Hemen hemen her dediğini yaptırdığı, ağzı var dili yok Esra'nın arkadaşlığından çok hoşlanırdı. Bilgisayarda oyunu gösterirken, hem onunla konuşacak, hem de oyunu yönetme becerisiyle hava atacaktı. "Bak bu beyaz Fort senin olsun. Güzel araba değil mi? Siyah Nissan da benim. Şimdi yarışacağız." Esra'yı oyuna katmış gibi görünse de fareyi elinden bırakmıyor, her iki arabayı da o yarıştırıyordu. Esra oyuna katılım şeklini kavramamış, ekrana mutlu gözlerle bakıyor, Serkan'ı gülümseyerek izliyordu. Az sonra kızının gecikmesinden huylanan Zeliha, sertçe bir ses tonuyla ona seslendi: "Oynadığın yetti gayrı, gel bana yardım et" Esra'nın neşesi kaçı-verdi. Hiç gitmek istemiyordu ama annesine, özellikle başkalarının önünde, ne olursa olun karşı gelemezdi. İsteksizce odanın kapışma yöneldi. Serkan fısıldadı: "Haydi şimdi git, az sonra ben seni yeniden çağırırım." Gerçekten de çok geçmeden bağırdı: "Esra gel bak, senin araban birinci oluyor." Esra annesinin buyurduğu işi, aklı oyunda olduğundan, üstünkörü geçiştiriyordu. Serkan seslenince annesinin yüzüne 'Gideyim mi? Ne olur' der gibi yakarıyla baktı. Annesi anlamazlığa vurdu. Bu oralı olmayış 'Hayır, gidemezsin' demekti. Onları izleyen Serpil hanım: "Neden çocuğa izin vermiyorsun Zeliha? Bırak gitsin, ben sana yardım ederim," dedi. Zeliha siyah kalın kaşlarını çattı: "Kış boyu temizliği tek başıma yapmadım mı? Yine yaparım emme, onun da biraz eli kırılsın, işe yatsın istiyom," diye söylenerek elektrikli süpürgenin düğmesine bastı. Tüm gün Esra'yı Serkan'm yanından alamayan Zeliha, evin hanımının yardımına gerek kalmadan temizliği bitirdi. Elini yüzünü yıkayıp, sokak giysilerini giydiğinde Adana'nm yaz güneşi insanları bunaltıp terletmekten yorgun, dinlenmeye çekilmek üzere batı ufkuna yollanmıştı. Serpil hanım Zeliha'ya parasını verirken: "Eline sağlık Zeliha. Bu yıl sıcaklar birden bastırdı. Sanırım bir kaç güne kalmaz yazlığa gideriz. Üç dört ay görüşemeyeceğiz. Kendine iyi bak" dedi. Zeliha bir gün önce üst katta oturan Fatih beyin ağabeyi Fazıl beylere gitmişti. Aynı sözleri ona Fazıl beyin eşi Elif hanım da söylemişti. Her yıl böyle olurdu Adana'da. Yaz gelince şehir yarı yarıya boşalırdı. Kimileri deniz kenarına, kimileri ise yaylalara giderdi. Dolayısıyla Zeliha gibilerinin kazancı azalırdı. Serpil hanımın vedalaşması Zeliha'nın ekmek kapılarından birinin daha kapanması demekti. İçindeki hüzün, yaz sıcağında ağdalaşıp yüreğine çökmekteydi. Böyle zamanlarda "Ah" derdi Zeliha "Ah, bir okumam olaydı Okuma hileydim hiç aralanmayan bir işte çalışır, yaz gelince nereden para bulaeam diye yüreğime köz düşmezdi." Sonra onu okula göndermeyen babasına ilenirdi. Eskiden yazları pamuk toplamaya gidiyordu. İki yaz önce güneşte ancak bir saat durabilmiş, sonra "Başıma bıçaklar saplanıyor" diyerek toprağa yığılıp kalmıştı. O olmuş, pamuk toplama işi suya düşmüştü. Evde: "Hastayım, çalışamıyorum," diye sızlanan bir kocası vardı. En kolay işleri bile "Çok yorucu, belimi ağrıtıyor, kemiklerimi sızlatıyor," diyerek iki günde boşlardı. Sonra da her akşam Zeliha'nın yolunu gözler, o, eve girer girmez 'Hoş geldin,' demeden "Zeliha giz, benzine zam geldiğini öne sürüp bugün hanımdan fazla para isteseydin," diyerek gündeliğini elinden, kapardı. Bu ara Esra'nın, annesiyle birlikte gitmesinden yararlanmaya çalışıyor: "Esra'ya para vermiyorlar mı? O da iş yapıyor; ona da para vermeleri gerekir," deyip duruyordu. Zeliha, kocasının hastalığının ne olduğunu biliyordu. "Onun bir tek marazı var o da miskinlik," derdi; derdi ama bunu ancak içinden söyleyebilirdi. Çünkü gerçeği herifinin yüzüne en düşük sesiyle fısıldasa bile kendine hasta diyen o adamm aslan kesilip onu döveceğini bilirdi. İşlerin birer birer kapandığı şu son günlerde kocası, "Almanya'ya gidecem," diye tutturmuştu. Bir Almancının ona iş bulacağından söz edip duruyordu. Bir gece önce konu yine ortadaydı. Zeliha: "Orada adama heç iş tutmadan, babasının hayrına para vermezler ki. İş tutacaksan burada tut. Fazıl beye söylerim sana inşaatta..." demesine kalmamış kocası lafı ağzına tıkamıştı: "Giz sen benimle eğleniyon mu? Sana kaç kere hastayım, yorucu işte çalışamam diyecem?" "Yaban ellerde nedecen, çalışmayacan mı?" "Bu Almancının büyük bir atölyesi varmış. Bana oturduğum yerde yapacağım bir iş bulacakmış." "Peki bu Almancı seni götürmeye ne bedel istiyor?" "Pasaport filan için biraz para verdik mi tamam olacak." "Para vereceksin de o da sana para aldığını gösteren bir kağıt verecek mi? Ya parayı alır kaçarsa?"