İlköğretim Çocuklarına Dramalar, ilköğretim öğrencilerine göre yazılmış dört oyundan oluşuyor. Yazarın öğretmenliği sırasında başarıyla uygulanan oyunlar diğer öğrencilerce de sahnelensin diye kitaplaştırılmıştır.
NASRETTİN HOCA Hocamız hiç kimseyi incitmeyi sevmezdi, Bilirdi dünya malı kalp kırmaya değmezdi. Hem kırmadan kimseyi, hem incinmeden biri yola getirmeliydi bu haylaz tembelleri. Görelim Hoca nasıl bunlarla baş edecek nasıl suluyu kuru, kuruyu yaş edecek
ÖZGÜRLÜK MELEKLERİ Çanakkale Savaşıyla İlgili Bir Oyun 2. ASKER: Vatan için akarsa kanın, milletin için yanarsa canın Özgürlük Melekleri görünürler. Nasıl ki yaralandığında görmüştün. İşte öyle zamanlarda onları görür her yiğit. Sonra ya gazi olur, ya şehit
ÖĞRETMEN Sen milletimin anlına kaderini yazansın. Sen yükseliş anıtının temelini atansın. Sen kuraklığı yok edecek yağmur yüklü bir bulut. Sen karaları ak edecek ışık yüklü bir umut.
Sayfa: 160 Hamur: 2. hamur ISBN: 978-605-4177-11-0 Boyut: 12x19,5cm Baskı Tarihi: Şubat 2009 Özgün Dili: Türkçe
Kitabın İçinden (Perde açılmadan perde önüne gelen kızlı erkekli sekiz on çocuk aşağıdaki güfteyi, ritmik hareketlerle melodik bir şekilde söylerler.) HEP BİRLİKTE Vaktiyle Akşehir’de Koca bir hoca varmış. Ünü bütün ülkeyi Kasaba, köyü sarmış. Her sözü, her yaptığı Pek çok anlam saklarmış. Ağzından söz yerine Sanki ballar akarmış. HOCA, HOCA Nasrettin Hoca, HOCA, HOCA sarığı koca, Neredeyse o yeri Sevinç, neşe bürürmüş, Hocamız çevresini Epeyce güldürürmüş. Hoca’yı herkes tanır, Bunu iyi biliriz. Neler geçmiş başından Buyrun seyrediniz siz. HOCA, HOCA Nasrettin Hoca, HOCA, HOCA sarığı koca, (Bu çocuklar perdenin bir yanından sahne arkasına giderlerken, perdenin diğer yanından beş çocuk çıkar, yine perdenin önünde yan tarafta dururlar. Bunlar konuyu tanıtan ve bazen da yorum yapan söz korosudur.) KORO Hocamızın eski evi, pek harap ve yıkıkmış, Dam, çatı onarmaktan, Hocamız çokça bıkmış. Günlerce ev aramış, tabanları aşınmış, Sonunda bir ev bulup hemencecik taşınmış. Bulduğu ev havadar, oldukça da güzelmiş, Fakat mahalle halkı hem aylak hem tembelmiş. Tüm işleri güçleri, kahvede oturmakmış, Sabahtan akşama dek, dedikodu kurmakmış. Kimin ne kadar malı, ne kadar akçesi var? Kim nerde, hangi zaman ne iş tutar, ne yapar? Bütün günleri bunu, konuşmakla dolarmış, Kahveci, çay, tavla derken, paraları yolarmış. İşte böyle bir yere düşmüş ermiş Hocamız. Seyredelim kimlere, ne ders vermiş Hocamız. (Koro perde arkasına gider.) PERDE AÇILIR (Sahnedeki dekor eski bir kahveyi canlandırmaktadır. Sahnenin bir yanında sekiz tane alçak, arkalıksız, hasır sandalye dizilidir. Aynı yanda arkada bir kahve ocağında kahveci durmaktadır. Öte yanda arkada bir evin dıştan görünüşünü yansıtan bir sokak kapısı ile bir pencere vardır.) (Perde açılınca Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Ali ve Veli adında altı kişi gelir, yandaki sandalyelere, bacakları hafifçe açık olmak üzere otururlar. Bu kez öte yandan kahveye elinde içinde tencere bulunan bir kazan taşıyan biri girer. Bu gelenin adı Sadık’tır.) SADIK : Merhaba ağalar. KAHVEDEKİLERİN TÜMÜ: Merhaba Sadık Efendi. (Hepsi aynı şekilde kazanı göstererek) Bu ne? Bu kazan ne? AHMET : Yoksa ırmağa çamaşıra mı gidiyorsun? MEHMET : Hani üzüm nerede? SADIK : Ne üzümü? MEHMET : Kazanda pekmez kaynatmayacak mısın? (Sadık Efendi’nin cevap vermesine kalmadan) HASAN : Ben anladım, yoğurt çalacaksın. HÜSEYİN : (Kalkar, kazanın içine bakar, tencereyi eline alarak) Ooo arkadaşımız herhalde ziyafet hazırlıyor. Burada bir de tencere var. SADIK : Susmuyorsunuz ki anlatayım. Dinleyin bakın. HEPSİ BİRLİKTE : Seni dinliyoruz, anlat bakalım. SADIK : Doğrusunu isterseniz ben de çok şaşırdım. Şimdi size anlatınca siz de şaşacaksınız. HEPSİ BİRLİKTE : Anlat anlat neymiş bakalım, şaşırtırsa şaşalım. SADIK : (Karşı evin kapısını göstererek) Şu eve yeni taşınan Hoca var ya... HEPSİ BİRLİKTE : Şu akıllı dedikleri Hoca’yı mı diyorsun? SADIK : Ne akıllısı ayol, düpedüz enayinin teki... HEPSİ BİRLİKTE : (Hepsi oturdukları yerden biraz kalkarak şaşkınca) Deme SADIK : Geçen gün Hoca’nın hanımı bizim kaşık düşmanından çamaşır kazanını istemiş. HEPSİ : (Otururlarken) Eeee SADIK : Bizimki de kazanı vermiş. Kazan bugün bize gerek oldu, gidip istedim. HEPSİ : (Ayağa kalkıp, ellerini kemerlerindeki hançerlere koyarak) Yoksa vermedi mi? SADIK : Verdi, verdi. (Hepsi eh neyse der gibi başlarını sallayıp otururlar) Verdi yaa, yanında bir de tencere verdi. HEPSİ : Aa, o niye? SADIK : Ben de sizin gibi sordum. “Bu ne Hoca?” dedim. Ne dedi biliyor musunuz? HEPSİ : Ne dedi, ne dedi? SADIK : Kazanın doğurdu, dedi. HEPSİ : Doğurdu mu? (Dizlerine vura vura gülerler) Hah, hah, hah Kazan doğurur mu be? SADIK : Aynen öyle dedi ve kazan doğurdu diye bu tencereyi de bana verdi. İşte böyle oldukça saf bir Hoca... ALİ : Gerçekten de çok safmış. VELİ : Kurnaz olursak ondan pek çok şey koparırız. AHMET : Ama ben çok zeki diye ününü duymuştum. MEHMET : Ben de akıllıdır diye işitmiştim. HASAN : Anlaşılıyor ki oldukça saf biri, kazanı doğurttuğuna göre... HÜSEYİN : Ödünç aldığı bir kazana bir koca tencere verdiğine bakılırsa varlıklı, paralı biri olmalı... SADIK : Herhalde epey zengin. Eh ben bir tencere kopardım, siz de aklınızı kullanırsanız belki bir şeyler tırtıklayabilirsiniz. Ben gidiyorum. Haydi eyvallah HEPSİ : Güle güle, selametle, güle güle... İLKÖĞRETİM ÇOCUKLARINA DRAMALAR | 11 (Sadık kazanını alır gider.) (Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Ali, Veli sağ ayaklarını sol dizlerine koyarak otururlar. Sol elleriyle sağ ayak bileklerini tutarlar, sağ ellerine tespihlerini alarak sağ el bileklerini sağ dizlerinin üzerine koyarlar. Düşünüyormuş pozuna girerler. Hepsi ritimle tespihlerini çekerlerken ahenkli bir şekilde konuşurlar.) HEPSİ BİRLİKTE : A-ca-ba, Ho-ca-nın, kaç ak-çe-si var? A-ca-ba, Ho-ca-nın, malı ne ka-dar? (Bunu üç kez söyledikten sonra harekete devam ederlerken sessiz bir şekilde ağızlarını kıpırdatırlar.) KAHVECİ : (Sahnenin önüne gelir) Yeni komşunun serveti kafalarına girdi ya, onu bunların elinden daha kimse kurtaramaz. Hoca’yı dün evinin kapısının önünde görmüştüm, iyi birine benziyor. Zavallı adamcağızı bizim mahalle halkına karşı uyarsam iyi olur. Belki buna karşılık da bana bir şeyler verir. (Sahnenin arkasındaki çay ocağına gider)