22.11.2024
Cinius Yayınları

Biz Kimiz? | SSS | Yazar Girişi | Cağaloğlu: (212) 528 3314 | Kadıköy: (216) 550 5078 | Ankara: (312) 439 7487 | İletişim | English ..

Cinius Yayınları > Katalog> Kitap Ayrıntı

Tüm Yayınlar
Çağdaş Türk Yazarları
Şiir Kitapları
Anı
Araştırma İnceleme
Tarih Bilim Felsefe
Ekonomi
Sağlık
Kişisel Gelişim
Sözlük
Yemek Kitapları
Deneme
Gezi Kitapları
Mizah ve Eğlence
Din ve Teoloji
Eğitim / Dil



Prensesin Altın İplikleri
Perihan Karayel
Cinius Yayınları / Çocuk Kitapları

“...Çorak toprağında değil bir buğday başağı, bir mısır koçanı; cılızından bir sarı ot, dikenli bir çalı bile bitmez olmuş. Dağların ne eteklerinde sızıntı bir pınar ne de doruğunda bir avuç kar kalmış. Sarı sıcak, gökyüzündeki tüm bulutları eritmiş. Hayvanların susuzluktan gözleri pörtlemiş, karınları şişmiş çatlamış. Açlık, susuzluk, hastalık Azrail’in tırpanı olmuş da ekin gibi insan biçiyormuş. Halk günden güne kırılıp tükenmekteymiş. Haçlara su döküp yağmur duası mı etmemişler, sunaklara kurbanlar adayıp mumlar mı dikmemişler... Başvurmadık ne falcı kalmış, ne büyücü. Hiçbirinin bulutları toplamaya yetmemiş gücü.”


Etiket 24,00 TL | %5 indirim 1,20 TL | Cinius Kitap'ta 22,80 TL



Sayfa: 480
Hamur: 2. hamur
ISBN: 978-9944-126-66-3
Boyut: 12,5x19,5cm
Baskı Tarihi: Ekim 2007
Özgün Dili: Türkçe


Kitabın İçinden
İLKŞAN'IN KAYBOLUŞU

Bir temmuz sabahıydı. Güneş ufuktan üç dört mızrak boyu yükselmiş, dünyanın bu yüzüne gündüzün geldiği haberini vermekteydi. Her yana yayılan güneş ışınları, Doksan Yedinci Sokak ile Özgürlük Caddesinin kesiştiği köşedeki iki katlı evin üst odalarından İlkşan'm anne ve babasının yatak odasına tüm canlılığıyla ulaşamazdı. Işığm yol alım gücü, bahçedeki koca ağaçların sık yapraklı dolaşık dallarında kırılıp eriyordu. Bazı günler uykusunu alamamış sabah rüzgarı, uzun uzun esneyip soluğuyla yaprakları aralarsa, ancak o zaman sabahın yalın aydınlığı, sönmeden, solmadan varabilirdi odanın camlarına.
O sabah da öyle oldu. Engel kaldıran rüzgarın yardımıyla perdelerin yarı aralık bir yerinden sıyrılan ışınlar İlkşan'm annesi Ner-min'in gözkapaklarına ulaştı. Doğal aydınlıkla uyanmaya alışmamış olan genç kadın, kirpiklerinin arasından süzülüp gözbebeğini arayan bu yaramaz pırıltıların uyarısıyla irkildi, gözünü açtı. Karanlığın bu denli ağarmış olması, kalkmaları gereken saati geçirdiklerinin işaretiydi. "Eyvah, geç kaldık" diyerek yataktan fırladı. Alarmının neden çalmadığını anlamak ister gibi komodinin üstündeki saate baktı. Sonra yatmadan onu kurmayı unuttuğunu anımsadı. "Saatin zili yalnız köle Nermin için çalar; bunu biliyoruz. Beyefendi kurmayı üstlense bari, olmaz mı?" diye geçirdi içinden. Kocasını vurdumduymazlıkla, sorumluluğu onun omuzlarına pervasızca atmış olmakla suçluyordu. Orçun'un uyandığını, fakat onun kalkmasını beklediğinden yataktan çıkmadığını sanıyordu. Terliklerini, sabahlığını telaşla giyerken kocasından yana bakmadan söylenmeye başladı:
"Önce benim kalkmam Tanrı buyruğu sanki. Bir sabah da 'karım uyanmadan kalkayım, kahvaltıyı hazırlayım,' demezsin. Anlaşılan bir ömür boyu böyle bir lüksü yaşamayacağım."
Akşam, oturduğu yerde, yorgunluktan gözleri kapanırken, uyukladığı için Orçun'un azarlama tmılı seslenmeleriyle irkile ürpere, parça pürçük izlediği Amerikan filminin gözüne çarpan o sahnesinin etkisindeydi hâlâ. Filmdeki genç koca, hazırladığı kahvaltıyı yatak odasına getirmiş, karısını uyandırdıktan sonra ayaklı tepsiyi yatağın üstüne, karısının önüne koymuştu. Genç aktris, erkeğine tatlı tatlı gülümseyip bir öpücük vermiş sonra tepsidekile-ri, yapışkanlığı henüz geçmemiş ağzına tıkıştırmaya koyulmuştu. Nermin, içinden aktristi: "Elini, yüzünü yıkamadan ekmeği yakaladı. O eller uyku sırasında kim bilir nerelerde gezindi," diye eleştirmişti ama, kendinin hiçbir zaman görmediği, göremeyeceği bu özel ilgi, belirgin sevgi gösterisinden, ayrımsamasa da, etkilenmişti. Bilinçaltında şekerleme yapmakta olan önemsenme, benimsenme özlemi, arada bir böyle iğnelenmelerle irkilir, uyanırdı. Bu kez de ayaklanmış, filmdeki aktristte kendini aramaktaydı. Arayışın boşuna olmasının burukluğu, sabah geç kalkmasıyla kararıp dumanlanıyor, su yüzüne öfke olarak çıkıyordu.
Orçun, uykusunun arasında, rüyadan mı gerçekten mi geldiğini ayırt edemediği bir takım sesler duymaktaydı. Ses karısmındı. Ne diyordu? Nermin'in gözü kocasına ilişti. Gözleri yumuk, yüzü dingindi. Belli ki henüz uyanmamıştı. Serzenişlerinin havada asılı kalıp, hedefini vuramayışı öfkesini katladı:
"Orçun, haydi kalk, geç kaldık" diye bağırdı. Bu ".. .GEÇ KALDIK" uyarısı Orçun'un gözlerini açmasını sağladı. Çapaklı göz kapaklarını aralarken sordu:
"Nermin, İlkşan'ı uyandırdın mı?"
"Niçin uyandırayım?"
Orçun, gerindi, esnedi:
"Soruya bak Elbette okula geç kalmasın diye; başka niçin olacak," dedi.
O sırada odadan çıkmakta olan Nermin, kocasının bu sözü üzerine "Şaka mı yapıyor?" duraksamasıyla geri döndü, Orçun'a baktı. Hayır, gayet ciddiydi. Nermin, içinden "Şaşkın" derken dudakları alaylı bir gülümsemeyle büküldü.
"Haydi haydi uyan Okul kapanah bir aydan fazla oluyor."
"Doğru be" dedi Orçun göz ucuyla terliklerini ararken.
Nermin her sabah yaptığı gibi ilk olarak İlkşan'm uyanıp uyanmadığına, uyuyorsa üstünün açık olup olmadığına bakmak, uya-nıksa nasıl olduğunu sormak için odasına uğrayacaktı ama işe daha da geç kalacaklarından oğlunun kapısının önünden geçip aşağı kata indi. Mutfakta bir yandan kendisi bir şeyler atıştırıyor öte yandan oğlunun kahvaltısını hazırlıyordu. Oğlunun yiyeceğini hazırlamak onun üstlendiği günün ilk göreviydi. Eğer ekmeğini dilimleyip, peynirinin, tereyağı ve reçelinin ölçüsünü ayarlamazsa oğlunun ya yemek yemeyeceğine ya da abur cuburla geçiştireceğine inanmaktaydı. Ilkşan kahvaltının hazır olmasından bazen hoşnut olursa da, çoğunlukla, kendinin bir şekilde denetim kıskacına alınmasından tedirginlik duyardı.
Nermin ellerini işletirken arada bir de mutfağın karşısındaki kapıya göz atıyordu. Kaymbabası Bilgin Zeki'nin odasının kapısına. Neden kapalıydı? Her sabah bu saatte kalkmış, bahçeye çıkmış olurdu. Çıkarken de oda kapısını açık bırakırdı. "Sanırım uyanmamış. İlkşan da öyle. Akşam biz film izlerken onlar eve gelmemişlerdi. Bir ara baktım, laboratuarın ışıkları yanmaktaydı. Anlaşılan dede torun orada geç saatlere dek oyalanmışlar," diye düşündü. Sonra bu saatleri nasıl geçirmiş olacaklarına zihni takıldı. "İlkşan bu ara dedesinin bilgisayarına dadandı. Acaba çok mu oynuyor? Bir iki kez çok yakından izlediğini gördüm. Her ne kadar bilgisayara zararlı ışınları engelleyici cam takıldıysa da, bu elektronik ışınların zararları zaman içinde görülecek. Bundan eminim. İyi ki onun aklına uyup odasına bir bilgisayar almadık. Artık sabahlara dek başından kalkmazdı. Beyinlerin, hem maddesini hem işleyişini geriletiyor bu yeni aletler. Cep telefonu da kulağı bozuyormuş. Ah bu çocuklar Yeni ne çıksa yan etkisi var mı, yok mu araştırmadan hemen ellerine geçirmek istiyorlar. Cep telefonu çok istiyor ama zararsız olduğu raporlarla belirtilmeden kesin alamam. Zamanla o da bana hak verecek."



Tel: (212) 528 3314 | (532) 741 4148 | (216) 550 5078


© 2006-2012

Facebook Sayfamıza Üye Olmak İçin Tıklayın