EĞER ANLATTIKLARIMI ÖĞRENEMEZSEN, rahip olmayı nasıl başaracaksın? Varoluş hikâyesini yeni baştan tekrarlıyorum, kulağını iyice aç ve beni dinle Her şey o soru ile başladı. Gökyüzünde, tanrıların bahçesinde yaşayan insanlar, ellerindeki arpa tohumlarını bahçeye ektiklerinde, nasıl yeşerip filizlendiğini gördüler. Küçük tohumların büyüsünü gören insanlar daha sonra o her gün gördükleri elmaların tohumunu düşündüler. Onlar da elmalara hiç benzemiyordu. Gördükleri hiçbir meyve, ağaç ya da yeşillik, tohumuna benzemiyordu. Elmaya bakan kimse, asla tohumunu, tohuma bakan kimse de asla elmayı hayal edemezdi. Tohum nerede, elma neredeydi Ağaçların kökleri, dalları, yaprak ve meyveleri vardı. Bütün bunlar onlara hiç benzemeyen, birer tohumun eseriydi. Bu hevesle Tanrıların bahçesinde tüm otların tohumunu buldular. Bunun üzerine tanrılardan bir kısmı, insanların bu meraklarından kaygılandılar. İnsanın, bir gün bu merakla, tanrıların tohumunu da öğrenmesinden korktular. Tanrılar, aralarında, bu sırrı insanlardan gizleme kararı aldılar. Sırrı korumak için de, “Bu sizin merakınızın cezasıdır Eğer bu meraklarınızdan vazgeçmezseniz, yeryü- zünde de kötü büyülerle cezalandırılmaya devam edeceksiniz” diyerek insanları buraya gönderdiler ve işte o gün insanların yeryüzündeki yazgısı başlamış oldu. İnsanı yeryüzünde yazgısı ile baş başa bırakıp ilgilenmeyen göğün tanrıları, onları kötü büyülerden korumak için de hiçbir şey yapmayı dilemediler. Uzun yıllar sonra yalnızca Tanrıça Ninhursag insanlara acıdı ve onlarla birlikte yaşamayı seçti. Bir kaya içinde saklanarak yeryüzüne indi ve Arge’ye geldi. Ninhursag insanları sevdi, onlara kötü büyülerden korunmayı ve çıkardıkları madenlerden aletler yapmayı öğretti. Evet, dediğim gibi yeryüzünde insanların yazgısı Arge’de başladı.
BASKISI YOK
Sayfa: 236 Hamur: 2. hamur ISBN: 978-9944-126-19-9 Boyut: 12,5x19,5 cm Baskı Tarihi: Mayıs 2007 Özgün Dili: Türkçe
Yazar Hakkında Batman'da doğan Mehmet Ünver halen Almanya'nın Reutlingen şehrinde yaşamaktadır. Türkiye'de birden fazla Mehmet Ünver adında yazar bulunduğundan isim ve eser karışıklığı olmamması niyetiyle romanlarında isminin başına (M.) ekini kullanmaktadır. Kitap üzerindeki adı M. Mehmet Ünver. Yazar hakkında da...
Yazar Hakkynda Batman'da doğan Mehmet Ünver halen Almanya'nın Reutlingen şehrinde yaşamaktadır. Türkiye'de birden fazla Mehmet Ünver adında yazar bulunduğundan isim ve eser karışıklığı olmamması niyetiyle romanlarında isminin başına (M.) ekini kullanmaktadır. Kitap üzerindeki adı M. Mehmet Ünver. Yazar hakkında da...
Kitabın İçinden Bu eserde, son beş bin yıllık insan yaşamı deneyiminin günümüz insanının yaşantısındaki izdüşümlerini belirginleştirmeye çalıştım. Beş bin yıl önceki uygarlığın en gelişkin biçimini yaşayan tarım toplumu insanının, yaşamakta olduğumuz bilgi çağındaki izdüşümlerini takip etmek; zamanda yolculuk yapmak ya da zaman ve mekân engellerini aşıp ikinci boyutta var olmak kadar zordur. Başarmak, ancak bir umut olabilir. Yine de umudu yarınlara bırakılacak kültür mirası olarak yaşatmak, ölü ve durağan kalmaktan iyidir, düşüncesiyle bu eseri kaleme almaya karar verdim. Kuşkusuz, burada anlatılanlar, bilimsel bir araştırmanın sonucu olarak ortaya atılmış tezler değildir. Tarihi bir vakıadan da bahsetmiyorum. Burada anlatılanlar tarihten ve bilimsel tezlerden bağımsız mitoloji, mistisizm, felsefe ve tekniğin sosyal yaşama etkisinin fantezi-roman diliyle hikâye edilmesidir. Zaten amacım insanları farklı ya da yeni bir şeylere inanmaya davet etmek değil. Ancak insanın zihniyet dünyasının özgürleşmesine katkı sunmayı ve hayata farklı pencereden bakmanın imkânsız olmadığını göstermeyi amaçladığımı da itiraf ediyorum. Bana kalırsa insanlar, iyi-kötü, siyah-beyaz, güzel-çirkin, az-çok, fakir-zengin, sevgi-nefret gibi soyut ve karşıtlığa dayalı toplumsal değer yargılarını –ki bunların hepsi yuvarlak kavramlar olup kişinin menfaatlerine göre her tarafa esnemeye de müsaittirler– sonradan benimseyip çoğu zaman “acaba“ diye düşünmeden özümsüyorlar ve bunları elde etmekten, tekrarlamaktan ve elinde tutmaktan haz alır hale getirdikleri alışkanlıklara dönüştürüyorlar. Oysa doğuşundan çocukluk çağının sonuna kadar bu tür değer yargıları olmadan sorumsuz, özgür, kimseye boyun eğmeden, kendini kimseye borçlu hissetmeden yine hiç kimse için kendisini feda etmeden, daha mutlu ve tasasız bir yaşamın tadını çıkarmaktadır insan. Ta ki büyüklerin çağına gelinceye kadar İnsan büyüdükçe, boş yere ”Ah bir çocuk olsaydım,” demiyor. Çocukların gözünde, farklı olmak hiçbir şey ifade etmez. Onların gözüyle bakıldığında her şey olduğu gibi kabul görür. Çünkü onlar henüz; “satmayı-satın almayı, günahı-sevabı, güveni-ihaneti, cezalandırmayı-bağışlamayı, yüceltmeyi-hor görmeyi hatta ölmeyi ve öldürmeyi” öğrenmemişlerdir. Çocuklar bunları öğrenip uygulamaya başladıklarında eğitilmiş büyüklerdir artık. Bu tarz eğitimle azaba dönen yaşam canavarı onları tüketmeye başladığında; ”Ah bir çocukluğuma dönebilsem,” diye iç çeker. Etrafı ateşe ver sonra da "Yanıyorum" diye bağır, kim inanır? Yaşamın yalan yüzü dedikleri bu olsa gerek. Bu şekilde yaşadığımız, büyük yalandan başka nedir? Elinizdeki roman yalnızca tarihsel bir aşk masalı da değildir. Hem günümüz kadınının kendini var etme biçimiyle tarih öncesi kadının konumu karşılaştırılmakta hem de yaşadığımız çağın Doğu-Batı farkı ifade edilmeye çalışılmaktadır. Bugünün gerçeğiyle baktığımızda, Doğuda, tekniğe karşı kaybeden erkeğin ruh haliyle karşılaşıyoruz ve bu ruh hali aile içinde ataerkilliği ve yasakçılığı üretirken, aynı zamanda kadının köleliğini de derinleştiriyor. Batıda ise, kendisine güvenen erkek kadını da daha özgür ve inisiyatif sahibi kılıyor. İnsanlık tarihine de tıpkı yaşayan insan gibi yaklaştım. Bugün hoyrat gençliğini yaşayan insanlık tarihi de bir zamanlar çocukluk çağını yaşamıştır. İnsanlık tarihinin çocukluk çağında her şey eşitti. Tek gaye, hayatta kalmak ve hayatta kalındığı sürece yaşamını fiziksel olarak devam ettirebilmekti. Onun dışında hiçbir sınıf veya değer yargısının önemi yoktu. Tek ilke; “Canını koru, karnını doyur” idi. Bundan fazlası için, yani, bugünkü düşünce biçimine ulaşmak için; binlerce yıllık kanlı süreçler ve sayısı bilinmeyen ölümler gerekecekti. İnanıyorum ki, çocuk dünyasında olduğu gibi insanlık tarihinin çocukluk çağlarında da sürekli nefret, düşmanlık ve kötülük olmamıştır. Tarihi söylemlerin bütünü ne tamamen yalan ne de tamamen gerçek olabilir. Hata payını hesaba katarak büyüdükçe kazandığımız değer yargılarını, tabuları ve alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum. Başımızı gökyüzüne kaldırıp, parlayan yıldızlara bakıp tekrar düşünmeliyiz. Şu sınırsız evrende bir toz taneciğinden bile küçük olan dünyamızın, dışarıdan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı çırılçıplak, sonuna kadar savunmasız olduğunu görelim. Yaşamakta olduğumuz şu anın binlerce yıllık insan neslinin yarattığı kültür değerlerinin ve yıkılamayan tabuların eldeki sonuçları olduğunu unutmayalım. Ne geçmişi inkâr etmenin, ne de gelecekten kaçmanın mümkün olabileceğine inanarak, herkese barışı, iyi niyeti ve güzel düşünmeyi tavsiye ediyor, özgür yaşama umudumu bu romanla diri tutuyorum.
Not: Şayet, beş bin yıl önce var olan Sümer tanrıları ve inançlarının günümüzdeki Tanrı ve inançlarla yakınlığının veya bağının olduğuna inananlar varsa onların da bunun sadece bir roman olduğunu düşünerek, kaleme alınanlar hakkında anlayış ve hoşgörülerini esirgemeyeceklerini umut ediyorum. “Korkularımızın ve tutkularımızın insanlık tarihinin çocukluk çağından bize miras kaldığını ve artık pek çoğunun yersiz ve geçersiz olduğunu göz ardı etmeyin...”