|
Saldırıyor, tahrik ediyor, savuruyor seni bu kitap. Her satırında zeka ile acı dans ediyor. Aşk var ve yok. Opera oluyor, tek kişilik tiyatrodan kalabalık bir kıtaya atlıyor. Kapattığında uzanıyorsun yatağına. Kitap odanın her köşesini geziyor. En sevdiğin arkadaşlarını aratıyor bu kitap. En eskiyi. Yüreğinin okyanusuna sakladığın sırları açıyor. Unutamıyorsun yaşananları. Unutturmuyor. Yazar, bir çok şairin ve yazarın yapamadığını yapıyor. Ya infilaka uğruyorsun ya da kendi içsel yolculuğuna doğru yol alıyorsun. “Ya ben kimdim?” oluyorsun. “Kim olmalıydım?” Ya da “Kimim?” Hiçbir acı kimliğinin farkında olmamandan daha acı olamaz. Yaşadığın her ne ise, sen olmadan yaşadığın şey hiçbir şeydir. Sen de hiçbir şeysindir. Kitap kendin olmanı istiyor. Kendinle yüzleşmeni. Kendine kalmanı. Ezberler bozuluyor birer birer bu kitapta. Saat 22.45. Kısık bir fon var. Kısık hıçkırıklar…
Yazdığım sözcüklerin içinden çıkarken çok yara aldım. Beni anlamak, kurulan cümleler arasından başını vurarak, yara alarak, kanayarak çıkmaktır. Aynı ağaçta aynı iklimi yaşamaktır beni anlamak…
Hayat kutsal kitaplar gibidir, kat kat. Babil’in Asma Bahçeleri’dir, yükselti. Yusuf’un düştüğü kuyudur, en dip yer. Hayat seçtiğim romanmış. Bir roman değil bir hayat seçmişim. İlker Okatan olmak ne zor…
Ruh, ateşe düştüğünde yanmıyormuş. Yanacağı kadar biriktiriyormuş odununu. Veriyormuş ateşe içini. Unuttum. Kendimi nerde yaktığımı unuttum. Nerde söndürdüğümü. Nerde kıvılcımlandığımı. Nerde kül olduğumu ve nerden nereye savrulduğumu. O kadar güzel unutmuşum ki bu yangını, kendime hatırlatmaya kıyamıyorum…
|