Sizi arzuladığınız yaşama götürecek adımları atmakta zorlanıyor musunuz? Beni tutan nedir diye kendinize sorduğunuz oluyor mu? Ya da ben neler yapabilirim diye? Çıkış nerede? Kişisel Gelişim'den Ruh Sağlığına, Astroloji'den Numeroloji'ye, Meditasyon'dan Feng-Shui'ye farklı hocaların bilgilerinden faydalanmak, farklı yolların ve farklı metotların tadına bakmak için bildiğiniz dünyaların içindeki detaylara bir yolculuk yapmaya ne dersiniz? Zeynep Kocasinan Atlamak ile kendi yolculuğunun bir bölümünü daha paylaşıyor. İnsan ruhunun gelişim yolunda destek alabileceği farklı duraklara keyifli bir yolculuk sunuyor. Alışılmadık yaklaşımlar, bildik metotlar ve bilinene farklı bakış açıları sunarak. Bazen sadece yaşayarak öğreniriz. Bazen de okuyarak, ta ki kendi yaşam maceralarımıza atılana kadar.
Sayfa: 254 Hamur: 2. hamur ISBN: 978-605-5618-26-1 Boyut: 12,5x19,5cm Baskı Tarihi: Ekim 2009 Özgün Dili: Türkçe
İçindekiler Önsöz İçindekiler: 1- Atlamak 2- Ruhunuzun Bildiğini Zihninize Öğretin 3- Çocukların Söyleyemedikleri Şeyler Geleceklerinde Yaşıyor 4- Gökyüzünde Birkaç Damla Yaş 5- Yolun Neresindeyiz? 6- Doğru Notalara Basa Basa 7- Kaderimiz Hücrelerimizde Yazılan Hikâyelerimizde mi? 8- Yokohama'nın Rüzgârı 9- Zamanın Durduğu Yerler 10- Yaşam Bizi Çağırıyor, Duymaya Hazır mıyız? 11- Suyun Gücü Sizi Bekliyor 12- Yaratıcılığınızı Keşfedin 13- Meditasyonun Sihri 14- İnsan Yaşamın Anlamını Arıyor, Cevaplar Astrolojide mi? 15- Ruhun İsteğini Bilmek ve Kabullenmek 16- Bebeklikten Feng-Shui'ye Bir Yolculuk 17- Ruhun ve Bedenin Dilini Bilen Üstatlar Yolumuzu Aydınlatıyor 18- Ruhun Yeni Yılı 19- Türkçeyi Özlemek 20- Son Konuşmadan Geriye Kalan 21- Yaşam Müziğini Yazmak 22- Sayıların Size Mesajı Var 23- Yaşam Yolumuz Sayılarda mı Yazılı? 23- Leonardo Da Vinci'nin Ayak İzinde 24- Kabahat Denizde mi? 25- Öğrenci Hazır Olduğunda Öğretmen Gelir 26- Yaratma Cesareti ile Kendini Keşfetmek 28- Yaşamın Sırrı Artık ElimizdeKitabın İçinden Önsöz Doğruyu söylemek gerekirse diğer kitaplarımın yayınlanmasından bu kadar kısa süre sonra yeniden bir kitap hazırlamak niyetinde değildim. Ancak bazı olaylar, küçük ya da büyük öyle bir his uyandırır ki içimde, artık durmam mümkün olmaz. Bu sabah da Fethiye'de, saat yedi civarında bilgisayarımı açıp internete girince taze bir havadise uyandım. Bu sakin Mayıs sabahında Fethiye'de yine içimi bir üzüntü kapladı. Ve kısa süren bir ümitsizlik. Sonra nedense hiç tanıma şansına sahip olmadığım dedelerimi düşündüm, rahmetli babam aklıma geldi, en çok da babam. Babam ile uzun yıllar beraber çalışma şansına kavuştum. Çok disiplinli, zeki, yaratıcı ve çözüm bulmakta üstat bir insandı. Yaşama olgunluk ve uzun vadeli bir bakış açısı ile yaklaşan, özünden dürüst bir adamdı. Nur içinde yatsın. Bu ülkeye çok emeği vardır. Bıkmadan usanmadan çalışan, ama bunu keyifle ve bir şeyleri ortaya çıkarmak için yapan bir adamdı. Babamın küçükken biraz kızdığım ama bugünlerde belki de en çok takdir ettiğim bir özelliği boş eleştiri duymayı kabul etmemesiydi. Yanlış anlaşılmasın, eleştiriye çok açık bir insandı. Ama biri bir konuda şikâyet etmeye başladığında kısa bir süre dinler sonra şu soruyu sorardı "Peki, sen bu konuda ne öneriyorsun?" Şimdi anlıyorum, ne kadar basit ama ne kadar önemli bir soru bu. Ben de bu sabah olduğu gibi kendimi bazen yaşadıklarımdan yakınır durumda bulurum. Çok olmasa da kendimi bunu yaparken yakalıyorum. Ve o zaman aklıma babamın sözleri geliyor. İçimden kendime soruyorum, "Peki, durum bu, ben bunu düzeltmek için ne yapabilirim? Çözüm üretmek için ne yapabilirim? Daha iyi ve huzurlu hissetmek için ne yapabilirim?" Babamdan bana kalan en büyük mirasın çözüm üretmek üzerine çalışan düşünce yapım olduğunu düşünüyorum. En azından elimden geldiğince deniyorum. Sormaya, sorgulamaya açık, yeniliklere, bilinene ve bilinmeyene açık olmak. Babamı kaybettiğimizde belki en büyük üzüntülerimden biri aklıma gelen her şeyi, ama her şeyi sorabileceğim bir insanı yitirmek oldu. Çocukluğumdan, babamı kaybettiğim otuzlu yaşlarıma kadar, babama sanırım binlerce soru sormuşumdur. Ve vefatından sonra belki en az bir yıl çok sık ve sonrasında biraz daha azalarak, elimin telefona gittiğini ve babamı aramaya çalıştığımı bilirim. Numaraları çevirmek üzereyken veya başlamışken, hatırlarım ki o artık cevap vermek için burada değil. Enteresan olan, babama sorduğum soruların cevabı çoğu zaman onun bana sorduğu sorular olurdu. Ve yine enteresan olan, bu süreç bana aradığım cevapları buldururdu. Babamın vefatından birkaç yıl sonra aldığım yaşam koçluğu eğitimlerinde soru sormanın önemini bu defa teorik ve uygulama bilgileri ile farklı hocaların ağzından öğrenecektim. Babamın kim bilir nasıl öğrendiği ve bir yaşam yaklaşımı olarak kullandığı bu tarz, gerek sosyal, gerekse iş yaşamındaki insanları kuvvetlendirir, bağımsız ve yetkin bireyler haline getirirdi. Babam gücü ve bilgiyi üzerinde tutmayı sevmez; anlatır, paylaşır, dağıtırdı. "Benim bilmem yetmez," derdi sadece bana değil, irtibatta olduğu herkese. "Siz öğrenin, siz kendinize yetin." Ne kadar çok şey geliyor aklıma… Zaman zaman sokakta, arkadaş toplantılarında sorular soran çocuklar görürüm. Birçok anne baba artık çocukların birer birey olduğunu kabul etmeye başladı ve onların sorularına gereken kıymeti veriyor. Ama kimi zaman, hala, çocuklarına "Şimdi öyle şeyleri sorma, öyle şeyleri düşünme," diyen ana babalara şahit oluyorum. Her sorunun cevabı olmayabilir, her cevap anne babada olmayabilir. Ama bu, soruyu sormaya engel olmamalı. Çocuklar meraklı, araştırmacı, öğrenme sevgisi ve keyfi ile büyüme şansına sahip olmalı diyorum ben. Ben yaşadığım disiplinli ama özgür çocukluğu tüm çocuklara diliyorum. İşte bu sabah özgürlük üzerine, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerine düşünmeden edemedim. Sabah bilgisayarımı açtım. Saat sekiz buçukta Fethiye'den Şövalye Adası'na geçecektim. Yani zamanım oldukça azdı. O yüzden sabah yedi de kalktım, yazdığım yazıları blogspot.com sitesindeki internet sayfama yüklemek istiyordum. Blogspot ücretsiz olarak insanların yazılarını, resimlerini paylaşabildikleri, kullanımı çok kolay bir internet sitesi. Ben 2006 yılından beri bu sitedeki Türkçe ve İngilizce sayfalarıma yazılarımı yüklüyorum. Ve gerek Türkiye'nin farklı yerlerinden gerekse yurtdışından yazılarımı okuyanlardan e-postalar alırım. Ağırlıklı olarak kişisel gelişim ve tamamlayıcı tıp konuları üzerine olan yazılarımdan faydalandıklarını söyleyenler çok olur, bugüne kadar en azından. Sabah internete girip www.zeynepkocasinan.blogspot.com sayfamı açmaya çalıştığımda baktım ki bir mesaj var: "Bu siteye erişim Milli Eğitim Bakanlığı'nın kararı ile engellenmiştir…" 'Tekrar mı' dedim içimden. Bundan bir süre önce bir mahkeme kararı ile siteye Türkiye'den erişim engellenmişti. Sonra siteye bağlantı tekrar açılmıştı. Şimdi de Milli Eğitim Bakanlığı'nın adı ile tekrar yapılıyordu. Ne kadar üzücü. Türkiye'de ve dünyada binlerce insanın ücretsiz olarak ve çok kaliteli bir sistem ile kullandığı bir site, kim bilir hangi neden ile kapatılıyor. Benim Japonya'da çok sevdiğim dostlarım var. Bundan bir iki hafta önce Japonya'daydım. Ve döndüğümde oradaki gezim ile ilgili Türkçe ve İngilizce yazılar yazarak blogspot siteme yüklemiştim. Onlar da oradan hem bu yazıları okuma, hem de paylaşma şansına kavuşmuşlardı. Japonya'dan döneli daha iki hafta olmadan bu yazılarıma sansür gelmiş oluyor. Şimdi ben onlara, "Artık o siteye yazı yazamayacağım çünkü Türkiye içinde açmam ve kullanmam yasaklandı," demek zorunda mı kalacağım? Neden yazamadığımı onlara ve yurtdışındaki dostlarıma, yurtdışından yazılarımı takip edenlere söylemek durumunda mı kalacağım? Hep gururla bahsettiğim ülkemi bu defa şikâyet mi etmeliyim? Bu güzel Fethiye sabahında, doğanın nimetleri ile donatılmış bu topraklarda, üzülüyorum. Kendi kendimize yaptıklarımıza üzülüyorum. Tarihte Mısır'da İskenderiye Kütüphanesi'nin yakılışı geliyor aklıma. Tarihin farklı dönemlerinde, Avrupa'da farklı çağlarda kitapların yakılışı geliyor. İnsanlık bir yandan ilerlerken, bir yandan hangi dar yollara giriyor? Düşünmeden edemiyorum, ve babamın sesi geliyor kulaklarıma, "Peki, sen ne yapmamızı öneriyorsun?" 1927 doğumlu babam, eski neslin adabı ile yetişmiş, gerçekten beyefendi, çalışkan, dürüst, saygılı ve doğruları konuşmayı seven bir adamdı. Elli yılı aşan aktif mühendislik yaşamında bir kısmına benim de şahit olduğum yüzlerce, belki binlerce çaresizlik sözü duymuştur: Sinan Ağabey, idare ediver. Oluversin işte. Canım dünyayı sen mi kurtaracaksın? Türkiye düzelmez. Bu insanlar düzelmez. Buna çare yok. Çözüm yok. Bunu kimse yapamaz. Başarılamaz. Neden uğraşıyorsun ki?… Binlerce farklı ağızdan binlerce kelime, nasıl yapılamayacağına dair. Babam bazen bu gibi cümleleri sessizce dinler, sessizlik ile cevap verirdi. Bazen de "Benim babamın vücudu şarapnel yaraları ile doluydu," ya da "Benim babam ülkesi için savaştı, İstiklal Madalyası aldı," derdi, kısaca dedem rahmetli Yusuf İzzettin'den bahsederek. Kurtuluş Savaşı ve öncesinde ülkesi adına kendi babasının verdiği çabayı her zamanki az ve öz konuşma tarzı ile hatırlatarak. Ve bazen de, "Ben bu ülkeye üniversite yıllarımdan beri hizmet ettim, artık bu ülkede yaşama hakkım olduğuna, söz hakkım olduğuna inanıyorum," derdi. Bazen o da kimi uygulamaları eleştirirdi, ama hemen ilave ederdi, "Ben hizmet ettim, ediyorum, bunu dile getirmeye hakkım var. Peki, siz bu ülke için ne yaptınız?" Ülkesine hizmeti, kendine hizmetten her zaman üstün tuttu babam. Manevi olarak bunun faydalarını mutlaka gördü ve görüyordur, ama doğruluğa, adalete ve bilgiye verdiği önem, yaşamını çok da kolaylaştırmamış herhalde. Farklı bir düşünüş yapısı vardı babamın, bütüncül, adil ve insana kıymet veren. Her şeye rağmen doğru yapmışsınız babacığım, kendi adıma, yaşamınız benim için yaşamı anlamlı kılıyor. … Çalıştığım birçok kişisel gelişim ekolü insana en zarar veren duygulardan birinin çaresizlik duygusu olduğunu vurguluyor. Bizim kendi kendimize yarattığımız çaresizlik düşünceleri var. Bir de bize öğretilen çaresizlik düşünceleri var. Bireyin çaresizliği kadar, ailenin, okulun, mahallenin, ilçenin ve illerin, ülkelerin çaresizlikleri var. Yargılar var, güç arzuları var, hak var haksızlık var. Bu sabah ben de blog sitesinde yayınlanmakta olan ve yarın ne olacağını bilemesem de bugün benim yazılarımı takip edenlerin artık okuyamadıkları yazılarımı yine bir kitap olarak derlemeye karar verdim. Bu kitabı hazırlama fikri bu şekilde doğdu. Yazmak beni mutlu ediyor, benim için yaşamı yaşamaya değer kılıyor. Bu nedenle blog sitelerinde yazabilme imkânı benim hep şükrettiğim bir şey. Bir tanesi şimdilik engellenmiş oldu. Belki geçen yılın sonlarında da yaşadığımız, bu siteye erişimin engellenmesi düzelebilir, ancak ben maddi olarak ve zaman bakımından çok daha külfetli olsa da yazılarımı kitap olarak yayınlamak istediğimi, kalıcılık açısından bunun gerekli olduğunu düşündüm bu sabah. Belki manevi olarak biraz daha huzurlu ve mutlu hissedebilmek adına. Belki de yaşam bana hep yazıya dair yollar gösteriyor gibi geldiği için. Bu kitapta 2006-2009 yılları arasında farklı dergi, gazete ve internet sitelerinde yayınlanan yazılarımı bulacaksınız. Keyifle okumanız dileğiyle. Allah mahcup etmesin. Yolumuz hep açık ve aydınlık olsun. Sevgilerimle, Zeynep Kocasinan 28.05.2009, Fethiye