|
Sensiz kalma korkusu, kavuşamama korkusu, geceleri yalnız ve çaresiz kalma korkusuna dönüşüyordu. Küçücük bir çocuk gibi ağlıyordum. Kapılar açılmayınca, zil hiç çalmayınca, gelme ihtimalin kalmayınca, seni bana getiren şiirlerime, öykülerime sarılıyordum. Sarıldıkça senin uzaklarına, ruhumun tuzaklarına düşüyordum. Her tuzak bana bir avuç ilaç olarak dönüyordu ve ilaçları içmeden ruhumun ciğerlerimi sıkan elleri gevşemiyordu.
Bilgisayarda seni yazdığım öykülere, şiirlere bakıyordum. Gözlerim dolu dolu yasak aşkıma bakıyordum. Önümde duran sanki bilgisayar değil, bütün yaşamımın aklımdan, kalbimden, damarlarımdan akarak parmaklarıma nüfuz ettiği ve her cümlesi, her harfi sen olarak dile geldiği, içeriği acı ve hüzünden ibaret bir kitabeler arşiviydi.
Âdem, Tanrı'ya karşı gelmişti ama ben kendime karşı gelememiştim. Âdem cennetten kovulmayı seçmişti, ben bu dünyada cehennemi yaşamayı seçmiştim. Üsteklik bu cehennem benimdi ve kendi cehennemimden kimse beni kovamazdı.
Madem şimdiki zamanlarda aşk yoktu, sen yoktun, yalnızca yalancı cennetler ve sonrasında kalan hüzünler vardı. Kendimi ve içimdeki aşkı, sonsuza kadar yalancı zamanlarda, hayal dünyasına yollayacaktım.
|