Zaten hayatımız da yamalı bohça değil mi? Arkadaşlarımız, yaşadığımız olaylar, yaşantımıza girip çıkan insanlar, komşular… Her biri bir renk, bir desen katmıyor mu hayatımıza? Yaşanmışlıklar bitince o desen, o figür kalıyor anısıyla. Yenisi hemen yanına ekleniyor. Böylece yaşam yolu dokunuyor ilmek ilmek. Bir anımız bir anımıza uyuyor mu? Kimi gün neşeli, kimi gün hüzünlü… Duygularımız da kırk yamalı bohça… Yaşantımızı, bizi biz yapan, insanlığı parça parça, renk renk, desen desen sunmak istedim sizlere, sıkmadan kısa kısa. Belki bir desen de sizi alır götürür bir yerlere..! Anlattığım tüm hikayeler gerçektir, yaşanmıştır.
Sayfa: 172 Hamur: 2. hamur ISBN: 978-9944-126-36-6 Boyut: 12,5x19,5 cm Baskı Tarihi: Mayıs 2007 Özgün Dili: Türkçe
Yazar Hakkında Kars’ta doğan Filiz Göksel, 1968 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakülte si’nden mezun oldu. Mezuniyet tezini Çocuk Psikolojisi üzerine verdi. Gaziantep Teknik Ziraat Müdürlüğü’nde, Ziraat Yüksek Mühendisi olarak çalıştı. 1976-79 yıllarında, Kelebek gazetesinde, Doğan Kardeş dergisinde, Kadın...
Yazar Hakkynda Kars’ta doğan Filiz Göksel, 1968 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakülte si’nden mezun oldu. Mezuniyet tezini Çocuk Psikolojisi üzerine verdi. Gaziantep Teknik Ziraat Müdürlüğü’nde, Ziraat Yüksek Mühendisi olarak çalıştı. 1976-79 yıllarında, Kelebek gazetesinde, Doğan Kardeş dergisinde, Kadın...
Ziraat mühendisliğim doğaya olan sevgimi dengeliyordu. Kitaplara olan düşkünlüğüm, çok okuyor olmam, yeni yayınları takip etmem de bir şekilde dengelenmeliydi. Bu kadar çok alınca vermek de gerekiyor. İki yıl yerel Gaziantep Sabah gazetesinde makalelerim ve çizdiğim karikatürler yayınlandı. Kadınca dergisi, Doğan Kardeş, Kelebek, Ayna dergisi gibi değerli yayın organlarında yazılarım çıktı. Ve dolayısıyla bu kitap oluştu. Yaşanmış birkaç hikayenin eklenmesi ile… Yaşamınızdaki tüm alanların dengelenmesi dileğiyle…
ELİF
GÜNEYDOĞU Anadolu Bölgesi’nde dağın yamacına kurulmuş bir köy. Hafi f esen rüzgar, sıcak ve boğucu. Sivrisinekler tam bir âlem. Vızıltıları etrafta dayanılmaz bir hal alıyordu. Sineklerden korunmaya çalışan Ahmet, ağrıyan boğazı, yanan midesiyle gözlerini yavaşça aralıyor, korkunç bir baş ağrısıyla dünyası kararmış bir halde bağırıyordu; — Nerede o kız? Ağam onu yanlarına istiyordu. Hazırlansın. Çabuk olsun, gelip alacaklar. Bıktım bu veletlerden. Beş taneler, hepsi de kız. Bulamamışız bir oğlanı. Allah belasını versin. Usandım artık. Hepsini tek tek evlatlık vereceğim. Kız Elif ne cehennemdesin? Elif babalığının karşısında pusmuş, korkuyla ona bakıyordu. Dudakları solmuş, gözleri ağlamaklı, titriyordu. Halbuki bebekken bu dudaklar kiraz gibi canlı ve kırmızıydı. Hep gülümserdi. Elif 14 yaşındaydı. Bütün hayatını bu köyde geçirmişti. Babası bir iş kazasında ölünce, annesi, “Çocuklarıma belki iyi bir baba olur, onları sever, korur,” düşüncesiyle, kendisinden otuz yaş büyük Ahmet’e varmıştı. Elif zaman zaman babalığını sevmeye çalışıyordu; başını onun göğsüne yaslamak, kırışık yanaklarını okşamak, ona “Babacığım seni seviyorum,” demek. Sevemez miydi? Üvey de olsa babası değil miydi? İçini dökemez miydi ona? Anlatıp anlatıp sonra uykuya dalamaz mıydı onun omuzlarında? Acıdan donuklaşmış iri mavi gözleri, solmuştu Elif ’in. “Büyük bir haksızlığa uğruyorum,” diye düşündü kendi kendine.