En olmaz yerinden söktük okumayı daha çocukken. Terziler aradık sonra, söktüğümüz okumayı kimse görmeden dikebilecek. Çocuk kalacak kadar da büyüyemedik hiçbirimiz ve lüks yamalarla konuşmayı öğrenebildik sadece. Dudaklarımız yok pahasına peşkeş çekiliverdi bir sabah KİNyagerlere. Konuşamaz, düşünemez olduk bir anda. Burun estetiği merdiven altı imalatçılarına yaptırılmış Pinokyolar vardı artık; beynimize salınan tilkilere çobanlık yapması için öylesine. Mutluluklar bile karbon kağıdıyla çoğaltır olmuştu; bir önceki mutluluktan elimize sürülen mürekkep izine anlamlar yükleyip fallar baktık usanmadan. Beton ağaçlarda yaşıyorduk; dalsız, budaksız… Dibine düşürdüğümüz mühendislik harikası gölgeler mabedimiz oldu. “Kategorize Edilmiş Tanrılar” mağazasından giyiniyorduk her gün. Ve düşünce balonlarımız vardı ipleri boynumuza dolanmış; kaçıp yükseldiğinde nefessiz bırakmasın diye içlerini habire boşalttığımız... Öyle ya, yaşamaktı bunun adı; var olmanın en eski ritüeli…