|
“Ladies and Gentlemen” anonsu artık inişe geçtiğimizi müjdeliyordu. Yolculuğa eşlik eden yanımdaki yolcu bayan, uykumu böldüğü için mahcup bir edayla, ince ve tiz sesiyle, hiç de alışkın olmadığım bir aksanla özür dilerken, gözlerini gözlerimden ayırmıyor ki kendi hâlime döneyim. Kadının dili çözülmüş, yarı anlaşılır İngilizcesiyle nereli olduğumu, ne için seyahat ettiğimi soruyor. Altı üstü bir promosyon tatil çıkmış, sekiz günlüğüne Amerika’nın California eyaletinde, önce Miami’de dört gün, sonra da Orlando’da geçecek bir kaçamak tatil. Aklımdan da bu bayan acaba ajan mı diye geçiriyorum. Ama saf bir kıza benziyor. Uzakdoğulu olduğu çekik gözlerinden belli de, Çinli mi, Japon mu yoksa Koreli mi? Gözüm, elindeki kitaba takılıyor, kitabın üzerinde Mao’nun resmi ve fonunda da Çinli proleterlerin pirinç tarlalarında hasır şapkalarını havaya fırlatan çizimleri var, kızıl komünist devrimin kutlamasını yapıyorlar. Anlaşıldı, yanımda bir kızıl komünist oturuyor. Kırlardan kentlere yayılan, sonunda 1949 yılında Tiananmen meydanında zaferle biten ayaklanmayla binlerce yıllık gelenek; en son hükümdar Çan Kay Şek’in mağlubiyeti ile Mançu Hanedanlığı sona eriyor, 1989’un 15 Nisan ve 4 Haziran’ında öğrenciler, işçiler ve aydınların önderliğinde aynı meydanda özgürlük için ayaklanan kitleleri, kızıl Çin tankları korkunç bir şekilde ezerek bastırıyor. Hemen aklıma 1956 yılında tek parti yönetimine son verip, Varşova Paktı’ndan ayrılma kararı alması üzerine, elli bin Rus tankının Budapeşte’ye yürümesiyle, Imre Nagy hükümetinin bağımsızlık mücadelesinin yine aynı yöntemle, tankların önüne set kuran Macarları ezerek bir haftada sona erdirmesi geliyor. Hayal kısa sürdü, elime bir kağıt parçası uzatan yanımdaki kız, bana okurken tercümanlık yapmak üzere omzunu omzuma yaklaştırarak, elimdeki notta yazan Lien yazısını işaret edip, ardından da işaret parmağı ile kendisini gösteriyordu. Anlaşıldı, benim sevimli komünistimin adı Lien’di.
|