|
Rüzgarın saçlarımı alnımdan savurup, tekrar alnıma düşme mesafesindeydi yaşamak, kısaydı, anlıktı, uzundu, uzaktı, yakındı, bir daha esmeyecekti ve aynı rüzgara yakalanmayacaktım aynı yöne bakarken...
Annemin nasihatleri, babamın yasakları, öğretmenlerimizin öğrettikleri, uyuyor numarası yapıp dinlediğimiz hikayelerin hepsi doğru çıkacaktı. Oysa bir kulağımızdan girip diğerinden çıkacak kadar uzağındaydık söylenenlerin.
Mantık ile duygu, günah ile sevap, doğru ile yanlış, iyi ile kötü, yokluk ile varlık, mutluluk ile mutsuzluk, tahayyül ile hakikat arasında, dengelerin hassas olduğu bu terazinin tam ortasında durabilmekti yaşamak...
Toplumdu, değer yargılarıydı, din ve hukuk kurallarıydı derken hayata prangalar ile gelmiştik zaten ve prangalardan kurtulma isteği insan olmanın fıtratında vardı. Hayatı yaşanır kılan bu sınav değil miydi, ya şeytana uyup kıracaktık zincirlerimizi ya da bilecektik kulluk görevlerimizi…
Aynı türden olup, aynı yöne bakamayan, aynı şeye farklı isimler koyan, kiminin “aşk” dediğine kimimiz “ahlaksızlık” diyecektik... Herkesin kendini mükemmel sandığı, başkasını kötü bildiği, herkesin kendi hikayesinde kahraman olduğu bir garip tür olacaktık. Şeytan bunları biliyordu ve eğlenerek izleyecekti bizi bir yerlerden...
|