Türkiye sevdasının ateşi daha 7-8 yaşlarımda düşmüştü yüreğime. Babamın bazı akşamlar pürdikkat TRT Radyosu yayınlarını dinlerken adeta dış dünyadan koparcasına çok uzaklara daldığını, zaman zaman gözlerinin yaşardığını fark etmiştim. Onu bu kadar derinden etkileyen unsurun ne olduğunu anlamak için ben de bu yayınları dinlemeye başlamış ve kısa zamanda tiryakisi olmuştum. Türk Sanat Musikisinin sihrine kapılmış, TRT spikerlerinin çarpıcı güzellikteki konuşma ve baldan tatlı şivesiyle gün geçtikçe daha fazla efsunlanmaya devam etmiştim. Yıllar birbirini kovaladıkça benim bu gizemli diyarı görme arzum, nadide sanatkarlarını canlı dinleme hayalim bazen uykularımı kaçıracak kadar güçlenir, alevlenirdi. Nihayet, iki kardeş halk arasına örülen kalın duvarlar mucizevi bir şekilde kopup dağıldığında 70 yıllık hicran bitti ve bir gün ben de hayallerimin diyarı hasretim İstanbul’a geldim. Bakü-İstanbul uçağı inişe geçip İstanbul’un kırmızı kiremit çatılı evleri ve Marmara Denizi göründüğünde heyecandan kalbim yerinden çıkacaktı Gözyaşlarımı dindiremiyordum. İçimden toprağı öpmek, karşıma çıkan her Türk bacı ve kardeşime sarılmak, tüm insanlara bu masalsı diyara olan büyük sevgimi, hayranlığımı haykırmak geliyordu... Kahramanım Vefa da tıpkı benim gibi Türkiye aşığı Azerbaycanlı bir kadın. Kitapta Vefa’nın Bakü’de geçen çocukluk, talebelik yılları, o yıllarda Azerbaycan’daki siyasi, sosyoekonomik durum, Vefa’nın Türk iş adamı Cengiz Vahapoğlu ile Bakü’de başlayan büyük aşkı, sürdürdükleri hayat, dinledikleri şarkılar, sevdikleri şiirler, Vefa’nın doktorluk, Yaşam Koçluğu faaliyetleri, tattığı acı ele alınıyor. Sevgiyle sundum…
Sayfa: 291 Hamur: 2. hamur ISBN: 978-605-127-372-3 Boyut: 12x19,5cm Baskı Tarihi: Ocak 2012 Özgün Dili: Türkçe
Kitabın İçinden Vefa henüz 13 yaşlarındayken Bakü sinemalarında ara sıra Arap filmleri gösterime giriyordu. Bunlardan bir tanesi ünlü Mısır aktrisi Soad Hosny’nin başrolü oynadığı ‘Kendini Zuzu’dan Kolla’ isimli filmdi. Bu film Vefa ve annesi Zeynep hanımın çok hoşlarına gitmiş, aynı filmi üç kez izlemişlerdi. Filmde dansöz bir annenin kızı olan Zeynep –Zuzu özel, seçkin bir üniversitede okuyan genç bir kızı canlandırıyor. Zengin zümrenin çocukları ile aynı auditoryumları paylaşan Zuzu eski bir evde annesi, annesinin eşi, ablası ve dadısıyla oturuyor. Annesi artık yaşlanmış, epey kilolu eski bir dansöz. Artık eskisi kadar iş alamadığından üniversite masraflarını çıkarmak, çok güzel dans etme ve harika şarkı söyleme yeteneğine sahip olan Zuzu’ya düşüyor. Zuzu bazı geceler düğünlere katılıp dansözlük ve şarkıcılık yapmak zorunda. Fakat bu faaliyeti bir süre sonra üniversitede duyuluyor ve üniversiteden men ediliyor. Filmdeki güzel müzikler, göbek dansları, şarkılar, Zuzu’nun eşsiz sesi ve güzelliği, şık kostümleri, her sabah üniversiteye giderken Nil nehrinin üzerinde vapurla yaptığı yolculuk, Nil nehrinin, Kahire’nin eşsiz manzarası, üniversiteye gelen ünlü ve yakışıklı yönetmene olan büyük aşkı, özellikle Soad Hosny’nin sesinden dinletilen harika şarkılar Vefa’yı çok etkilemiş ve şarkılar hafızasına kazınmıştı. Yıllar birbirini kovalıyor Vefa o filmi unutmuyor, Soad Hosny’nin kendine özgü buğulu ve etkileyici sesini, o güzel şarkıları zaman zaman yeniden dinleme arzusu duyuyordu...
Vefa Bodrum-İstanbul seferini yapacak olan uçağın business class bölümüne girer girmez tüm bakışlar üzerine çevrildi. Girdiği her ortamda sıra dışı güzelliği, gösterişi, uzun boyu, düzgün fiziği, zarafeti ve şıklığıyla insanların şaşkın ve hayranlık dolu bakışlarını üzerinde toplamaya alışık olan Vefa rahat tavırlarla dördüncü sırada, cam kenarındaki yerine oturdu. Genç kızlık yıllarında insanların güzelliğine olan ilgilerinden dolayı dikkatlerin odağı olmaktan rahatsızlık duyar, hatta güzelliğinden zaman zaman utanırdı ama artık o dönemleri çok geride bırakmıştı. Geniş alınlı, elmacık kemikli, beyaz tenli, pürüzsüz, ışıl ışıl yüzüne çok yakışan altın çerçeveli Chanel gözlüğünü çıkarıp dillere destan güzellikteki simsiyah, uzun, ok gibi kıvrılmış masalsı kirpiklerle çevrelenmiş, şanına şiirler yazılmış, kaç erkeğin aklını başından almış o baş döndürücü güzellikteki kara gözlerini dinlendirdi. Üzerinde ona çok yakışan beyaz, şık bir pantolon takım vardı. Ceketini çıkarıp hostes kıza asması için uzattı. Oldukça güzel, taba renkli, işlemeli ipek bluzunun fırfırlarını düzeltti. Gece gibi siyah, parlak ve gür dalgalı saçlarını upuzun ince parmakları ile geriye doğru taradı. Taba renkli zarif ayakkabıları ve aynı renk deri çantası kıyafetiyle şık bir uyum içindeydi. Çantasından felsefeyle ilgili bir dergi çıkarıp okumaya başladı. Upuzun kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerine kadar düşüp yanaklarını gölgeledi. Az sonra yanına spor giysili, yaklaşık 50 yaşlarında, esmer, gözlüklü, ecnebi bir bayan selam verip oturdu. Vefa tebessümle kadını yanıtlayıp dergiye daldı. Ara sıra Vefa’ya kaçamak bakışlar atan kadın yalnız değildi. Uçak yolculuğunu genç, sarışın bir bayan arkadaşı ve arkadaşının yaklaşık 10 yaşlarında oğluyla yapıyordu. Onlar da yan sıradaki yerlerini aldılar. Güler yüzlü hostes kız şampanya ikramında bulundu. Vefa da, yanında oturan esmer bayan da şampanyaya hayır demediler, içerken birbirlerine bakıp gülümsediler. Esmer bayan İngilizce olarak Vefa’ya, oturduğu koltuğu yatırıp yaslanmak istediğini fakat bunu sağlayacak düğmeyi bulamadığını söyledi. Vefa hostes kızlardan birinin yardımı için çağrı düğmesine basmasını önerdi. Sorun giderildikten sonra esmer bayan Vefa’ya, “Affedersiniz siz Türkiye’de mi oturuyorsunuz?” diye sordu. Vefa gülümseyerek, “Evet,” dedi. “Ya siz nerelisiniz?” “Mısırlıyım.” “Çok hoş, ben Mısır’da birkaç kez bulundum. Çok güzel, ilginç, kadim ve mistik bir ülkeniz var. Fakat Mısır’da olan son olaylar bizleri çok üzüyor. Allah yardımcınız olsun.” “Sağolun. Evet, ülkemiz ve halkımız çok zor dönemlerden geçiyor,” diye esmer kadın kaygıyla uzaklara baktı. Vefa: “Benim ismim Vefa,” diye gülümseyerek elini uzattı. “Ben de Bibi. Gazeteciyim. Çok memnun oldum. Siz yazar ya da aktris olmalısınız.” Vefa tebessümle, “Bu kanıya nasıl vardınız?” “Yüzünüz, fiziğiniz, gözleriniz o kadar güzel ki mutlaka sanat camiasından olduğunuz hissini veriyor. Fakat sizi lunchda gözlemledim durmadan bir şeyler yazıyor, notlar tutuyordunuz.” “İltifatınıza teşekkür ederim. Benim asıl mesleğim doktorluk.” Bibi şaşkınlıkla sordu, “Doktor musunuz?” “Evet.” “Branşınız?” “İç hastalıkları uzmanıyım. Fakat 5 yıldır doktorluk yapmıyorum. Şu anda kitap yazıyorum.” “Demek tahminlerimden birisi doğru çıktı. Merak ettim yazdığınız kitabın konusu ne?” “Bakü’de doğup büyümüş, sonradan Türkiye’ye yerleşmiş bir kadının yaşam öyküsü, hatıraları.” “Kendi hayatınız mı?” “Tamamı değil. Ama benim hayatımdan da birçok kesit içeriyor tabii.” “Açıkçası ben de okumak isterdim,” diye gülümsedi Bibi. “İyi şanslar dilerim.” “Teşekkür ederim.” “Siz Bakülü müsünüz?” “Evet, ben Bakü’de doğdum büyüdüm, tıp tahsilimi orada aldım ama sonra evlenip Türkiye’ye yerleştim. Türk vatandaşı oldum, iç hastalıkları uzmanlığımı İstanbul’da yaptım. Yirmi senedir İstanbul’da yaşıyorum.” “Bakü’ye gidiyor musunuz?” “Çok sık gidiyorum. Annem, akrabalar ve çok sevdiğim arkadaşlarım var orada. Ben aynı zamanda yaşam koçuyum Bakü’de de çalışmalarım oluyor. O yüzden son dönemlerde çok daha sık sık gitmeye başladım.” “Çok ilginç. Yaşam koçluğu şu anda dünyada hızla yayılan önemli bir meslek halini aldı. Ben de kişisel gelişimle ilgili çok okumaya çalışıyorum.” “Ne hoş. Aslında insanın sahip olduğu en değerli hazine olan hayal gücünü, düşüncelerini bilinçli bir şekilde kullanarak hayatını çok daha kaliteli, güzel bir şekle sokması kendi elinde,” dedi Vefa.
“Doğru. Fakat bunu yapabilmek her zaman kolay olmuyor. Bu noktada siz yaşam koçlarının desteğine, motivasyonuna çok ihtiyaç var. Çok katılımcınız oluyor mu?” “Evet, çok sayıda danışanım oluyor. Elimden geldiği kadar insanlara yardım etmeye, onları motive etmeye çalışıyorum. Aynı zamanda biyoenerji uzmanıyım. Dikkatli bir anamnez (tıp dilinde öykü) sonucu danışanımın bilinçaltına saklanmış negatif düşünceleri ortaya çıkararak bazı yöntemler kullanıp birçok kronik ağrıyı, travmatik sorunları 2-3 seansta çözebiliyor, insanları kolayca bu gereksiz saplantılarından kurtarabiliyor olmam bana mutluluk veriyor.” “İnsanın sevdiği işi yapması kadar güzel bir şey olamaz. İşinizi severek yaptığınızı gözleriniz öyle güzel anlatıyor ki,” diye Bibi hayranlık dolu bakışlarını bu çarpıcı güzellikteki ve aynı zamanda mütevazı kadına dikti. “Haklısınız. Bunu yapabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum,” diye yanıtladı Vefa. “Sanırım Azerbaycan Türkiye ile ortak kültüre sahip bir ülke. ” “Tabii… Biz iki kardeş halkız. Bir milletin iki devleti derler Azerbaycan ve Türkiye için. Dinimiz, etnik kökenimiz, lisanımız aynı.” “Çok ilginç Aynı lisanı konuşuyorsunuz demek” “Tabii. Her iki ülkede kullanılan dil Türkçedir. Azeri Türkçesi de bir Türk dilidir. İki dil arasında sadece aksan, sözcük, gramer farklılıklarının bulunmasına karşın Azerice konuşan biriyle Türkçe konuşan biri birbirlerini anlayabilirler.” “Anlıyorum. Yanılmıyorsam Bakü ciddi petrol kaynakları olan, Hazar denizi sahilinde yerleşmiş, çok eski kültüre sahip güzel, kadim bir şehir.” “Aynen öyle,” diye gülümseyerek cevap verdi Vefa. “Yakın geçmişte Karabağ olayları yani çok tatsız hadiseler yaşandı ülkenizde. Üzüntüyle takip ediyordum.” “Evet, ne yazık ki öyle. Tarih boyu çok badireler atlattı Azerbaycan. Gazeteci olduğunuzu söylediniz. Çalışıyor musunuz?” “Tam 30 yıl yaptım o mesleği. Yoruldum. Artık çalışmıyorum.” “Anlıyorum.”
“Demek siz de Bodrum’da tatil yapıyordunuz. Otelde mi kaldınız?” “Evet, Bodrum’a geldiğim zaman kendi otelimde kalıyorum,” dedi Vefa. “Otel sahibisiniz yani? Beni şaşırtmaya devam ediyorsunuz.” Bibi yine merak dolu bakışlarını Vefa’ya dikti. Vefa gülümsedi. Bibi: “Ben de Türkiye’yi çok seviyorum. Yaklaşık 12 yaşlarımda annemle ülkenizi ziyaret etmiştim, çok güzel vakit geçirmiştim,” dedi. “Öyle mi? Ne hoş. Bodrum’da ne kadar kaldınız? Güzel geçti mi tatiliniz?” “Bodrum’da iki hafta kaldık. Otelimiz çok güzeldi. Özellikle Bodrum’un her biri cennetten bir köşe olan koylarına yaptığımız tekne gezileri, Gümüşlük koyunda yediğimiz balığın lezzeti, insanların kibarlığı, cana yakınlığı, her şey çok güzeldi. Harika bir tatil oldu bizim için... Bodrum’u o kadar sevdim ki öyle bir seçeneğim olsaydı bundan sonraki hayatımı memnuniyetle Bodrum’da geçirmek isterdim. Sizden bir şey rica edebilir miyim doktor?” “Elbette.” “İstanbul’da bildiğiniz iyi et lokantalarının isimlerini ve adreslerini verebilirseniz size müteşekkir olurum, ” dedi çantasından çıkardığı bir not kağıdı ve kalemi Vefa’ya uzatarak. “Elbette, memnuniyetle,” diyen Vefa İstanbul’da Bibilerin ziyaret edebilecekleri çok güzel lokantaların yanı sıra müze, semt, park, AVM, cadde isimlerini de not edip, her biri hakkında Bibi’ye bilgi vererek not kağıdını ona uzattı. Bibi çok teşekkür etti. Hostes kızlar yemek servisi yapıyorlardı. Vefa sadece su aldı. Bibi yemeğini bitirdikten sonra sohbetlerine devam ettiler. “Mısır’da bulunduğunuzu söylediniz. Turistik bir gezi miydi? Nasıl buldunuz?” diye sordu Bibi. “Turistik geziler dışında çok yakınımın düğünü vesilesiyle de orada bulunmuştum,” dedi Vefa. Bunu söylerken tebessüm etmeye devam etse de kalbinin derinliklerinden yükselen keder dalga dalga benliğini sardı. Bibi’nin merakla dinlemeye koyulduğunu fark edince devam etmek zorunda kaldı. “İlk gittiğimde Kahire’de kendimi eski masallar diyarında gibi hissetmiştim. Şehrin eski mimarisi, Eski krallık dönemlerinde firavunların mezarı için inşa edilmiş Gize piramitleri, dünyanın en uzun akarsuyu olan Nil nehri üzerindeki vapurlarda müzikli, yemekli geceler, yerli halkın sıcak davranışları, Kahire Müzesi’nde gördüğüm paha biçilmez sanat eserleri, beş bin yıllık mumyalar beni derinden etkilemişti.” “Hangi otelde kaldınız?” “Genellikle Nil nehrinin kıyısındaki Four Seasons Otel’de. Özellikle akşam şehir ışıkları yandıktan sonra Nil’in, Kahire’nin nefes kesici manzarasını izlemeye doyamıyordum.” “Doğrudur. Eşsiz bir manzarası vardır geceleri Nil’in.” “Ve de gizemli, esrarengiz…” Bibi kafasını anlamlı bir şekilde salladı.